Her şey Leonard Cohen’in bir şarkısıyla başladı: Going Home. Old Ideas albümünün ilk parçasıdır. O zamanlar yayınlanalı iki üç sene kadar olmasına rağmen hiç ilgilenememiştik çünkü üstadın geri dönüşünün tepe noktasını simgeleyen “Live London Concert” DVDsi içimizi dışımızı aklımızı ruhumuzu yakıyordu. Bir de Lucca Summer Festival kapsamında bir gecelik konser için Lucca Piazza Grande’de kendisini bizzat seyretme imkânı bulduğumuzdan yenilerden çok eski şarkıları ile haşır neşir olmayı seçmiştik. Sonra, 2015 yılı başlarıydı sanırım, Büyük Sır Üstadı’nın en çetrefilli bölümleri üzerimden silindir gibi geçerken bir rüya gördüm. Masmavi dünyamızın üzerinden bakıyorum. Aşağıda Türkiye kara bulutlarla kaplı, görülmüyor. Bulunduğum yerden eve dönmeliyim diye düşünüyorum ama aşağıya, İzmir’e doğru gideceğime tam tersi istikamete yani uzay boşluğuna doğru gitmeyi arzuluyorum. Orası karanlık ve soğuk ama sıcak İzmir yerine orayı evim sayıyorum. Büyük bir korkuyla uyandım. Bilinçdışının böyle teatral bir üslubu vardır. Ateşin var demek için size yanan bir saray gösterebilir. Bir süre uyuyamadım. Rüyanın anlamını Türkiye’nin içinden geçtiği sıkıntılı güncel olaylara yordum ve romanla bağdaştırmayı düşünemedim. Büyük ihtimalle unutup gidecektim ki 3 hafta sonra rüya tekrarlandı. Hem de tıpatıp aynı senaryoyla. Tek fark uyandığımda Leonard Cohen’in The Future şarkısının dilime dolanmasıydı. Bütün gün şarkıyı aklımdan atamadım. Eh çivi çiviyi söker diyerek Spotify’da random Cohen çalsın diyerek romanın “Bilinçdışı ve Arketipler” bölümünü yazmaya koyuldum. İşte Going Home ile tanışmam bu esnada oldu.
Burada kısa bir ara verip paralel gelişen bir konuyu anlatmam lazım. Büyük Sır Üstadı’nı yazarken kontrolün elimden çıktığı düşüncesini çok yaşadım. Öyle zamanlar oldu ki sanki yazdıklarım bana yazdırılıyormuş hissi de romanın gelişimi boyunca hep yanımdaydı. Böyle olaylardan bir tanesi şüphesiz Büyük Sır Üstadı ile ilgili bir önsöz yazmak fikridir. Konuyu ilk olarak romancı Mehmet Anıl ortaya attı. Kendisi Saint Joseph’ten arkadaşım olup yedi sekiz romanı vardır. Benden çok daha tecrübeli olmasından dolayı emekleme dönemlerimde, sağ olsun, bana epey yardımcı oldu. Bu yazdıklarımın içsel bir güç tarafından yönlendiriliyormuş gibi hissettiğimi anlattığım bir gün bana ‘bunu ifade edecek bir önsöz yazmalısın’ dedi. Bu önerisi aklıma takılı kaldı ama uygulamadım. İşte yukarıda anlattığım tekrarlanan rüya, bu öneriden hemen sonra geldi. Dediğim gibi ben bu rüyayı romanla ilgili görmemiştim o nedenle bağlantıları kurmakta geciktim. Ta ki Going Home’un sözleri kulaklarımda çınlayana kadar.
Kaldığımız yere dönelim. Kulaklıklar kulağımda ben “Bilinçdışı” yazıyorum. Cohen çalıyor ve gelişigüzel şarkılar sırayla geçip gidiyor. Going Home başladı. Şarkıyı ilk defa duyuyorum. Leonard’ın davudi sesi ağır ağır konuşmaya başlayınca yazmayı bıraktığımı dün gibi hatırlıyorum. Sözlere odaklandım:
I love to speak with Leonard He’s a sportsman and a shepherd He’s a lazy bastard Living in a suit
But he does say what I tell him Even though it isn’t welcome He just doesn't have the freedom To refuse
He wants to write a love song An anthem of forgiving A manual for living with defeat
A cry above the suffering A sacrifice recovering But that isn’t what I need him To complete
I want to make him certain That he doesn’t have a burden That he doesn’t need a vision That he only has permission To do my instant bidding Which is to say what I have told him To repeat
Gerçekliğin size musallat olduğu bir an vardır. Gelirken yanında müthiş bir aydınlanma hissi getirir. O anlardan biriydi. Şarkı sözlerinden de anlayacağınız gibi Leonard “Bilinçdışı”nı bir karakter yapmış konuşturuyordu. “Leonard ile konuşmayı seviyorum” diyordu Bilinçdışı. “O bir centilmen, o bir çoban” diyordu. Hatta “o takım elbisesi içinde yaşayan bir tembel bir piç” diye dalgasını da geçiyordu.
Kendiyle dalga geçebilen insanları ciddiye alırım ben. Gülümsemeye başladım ama gülücüğüm dudaklarımda dondu kaldı çünkü şarkı devam ediyordu ve asıl can alıcı yerine gelmek üzereydim. “Leonard bu saydıklarımdır” diyordu Bilinçdışı “ama kabul etmese de benim ona söylediklerimi tekrar etmek zorundadır çünkü reddetmek özgürlüğüne sahip değildir.”
Şarkı ilerledikçe konuşmaya devam ediyordu Bilinçdışı: “Leonard bir aşk şarkısı yazmak istemişti. Affetmek üzerine bir marş yazmak ya da yenilgi ile yaşamak üzerine bir el kitabı…ama benim ondan beklediğim bu değildi. Ben kendisinin bir vizyon ya da sorumluluk taşımadığından emin olmasını istedim. Ona bağışladığım tek iznin benim söylediklerimi tekrar etmesinden ibaret olduğunu bilmesini istedim…”
Burnumun üzerine yumruk yemiş gibi oldum. Bir an gözlerim karardı. İşte o anda aklıma arkadaşımın Büyük Sır Üstadı’na önsöz yazmam gerektiği önerisi geldi. Belli ki Leonard da yaratırken “Bilinçdışı” nın kontrolü ele aldığı anlar yaşamış ve bunu bir şarkıya dönüştürmek ihtiyacı duymuştu. O zaman ben de bu şarkıdan esinlenerek belki bir önsöz yazabilirim diye düşündüm. O gün Going Home şarkısını herhalde 100 kere dinlemişimdir. Her dinlediğimde yeni bir şeyler keşfettim. Yine de önsözü yazmak için herhangi bir çabaya girişmedim. Ta ki akşam saat 23:00 e kadar. O anda evde sessizlik hüküm sürüyordu ve ben koltukta yarı sızmış vaziyetteydim. Uykuya dalmaya yakın anlarda bakmayı bilenlere Bilinçdışı pırıl pırıl parlamaya başlar. Aklıma dünyaya tepeden baktığım rüya geldi. Eve gitmek istemiş ve ama İzmir yerine uzay boşluğuna yollanmıştım. Bütün gün dinlediğim için şarkının nakarat kısmını da çoktan ezberlemiştim:
Going home Without my sorrow Going home Sometime tomorrow Going home To where it’s better Than before
Going home Without my burden Going home Behind the curtain Going home Without the costume That I wore
‘Catharsis’ derler, Türkçesi tam olarak mevcut değil. Ondan yaşadım. Rüya / Going Home/ Önsöz hepsi birbirine bağlanarak "anlam“ kazandı. Kalktım ve aşağıda verdiğim “Silah zoru altında bir önsöz” ü yazdım. Yazmam 5 dakika bile sürmedi. Adeta içimden boşaldı.
Yine de önsözü Büyük Sır Üstadı’na koymadım. Romanın ilk editöre yollanması sırasında taslaklarda vardı. Hatta son okuması yapılırken bile vardı ama özel bazı nedenlerden baskıya girerken onu romandan çıkarmaya karar verdim ve unuttum. Düne kadar. Dün, romanın ikinci baskısının hazırlıklarında bana büyük iyiliklerde bulunan bir insan evladı basit bir soru sordu ve o an aklıma geldi. Dur dedim. Ben bu sorunuzun cevabını verebilecek bir önsöz yazmıştım. Onu bulup yollayayım. Böylece “Kitabını arayan önsöz” geri gelmiş oldu.
Büyük Sır Üstadı kitabı önsöz
"Silah Zoru Altında Bir Önsöz"
Söylemesi ayıp, ben bu kitabın yazarını çok iyi tanırım. Sizi de tanıyorum tanımasına ama onun en mahremini “bildiğimi” özellikle söylemeliyim. Sırf bu nedenle bir hırsız gibi araya sızıp, onun rızası hilafına bu önsözü yazmak istedim, çünkü ne yaptıysam vazgeçiremediğim bu takdir görme ihtiyacı yüzünden size benim söyleyeceklerimi anlatmayı hiçbir zaman göze alamayacaktı. Bu söylediklerimden onun bir korkak olduğu sonucuna varmanızı katiyen istemem. Ne de olsa, çoğu insandan daha cesaretli olduğunu kabul etmişliğim vardır. Aslına bakarsanız, Samanyolu diye çağrılan bir gökadanın epeyi kıyısında kalan masmavi bir dünyada Bozdağ namı müstear bir cennet suretinin serin bir yaz gününde bana sormadan bu kitabı yazmaya başladığında -ihtiyaçtan olsa gerek- erotik edebiyatın şaheserlerinden birini yazmak istemişti. Gerçi son on yıldır iki arada bir derede karaladığı bölük pörçük yazıları nasıl biriktirdiğini fark etmiştim ama ne yalan söyleyeyim, bu kadar ileri gideceğine ihtimal vermemiştim. Bastırmanın işe yaramadığını binlerce yıl önce öğrendiğimden, “Olanlar olmuş bir kere bari hepimize yarasın” düşüncesiyle ilerlemesine izin verince, bu sizinki aşkla karışık bir ‘düşmüşlere hayat kullanma kılavuzu’ yazmaya kalktı. Neyse ki şimdi adını hatırlayamadığım çok dünyevi bir aklı evvel ona, “kimse düşmüş olduğunu kabul etmez, bu kitabı da almaz” dedi de erkenden tornistan bastı. Hakkını yemeyelim, her seferinde kafasına göre işler yapmaya kalksa da, sonunda reddetme özgürlüğü olmadığını anlayıp sözümden dışarı çıkmamaya başladığını da bilmeniz gerekir. Şimdi bundan sonraki sayfalarda, yaşlı bir bilge adam gibi ilim irfan dolu hikmet sözcükleri fısıldadığını göreceksiniz ki bunlar, benim dikte ettirdiklerimi kelimesi kelimesine tekrar etmesi için ona verdiğim izin sayesindedir. Ha unutmadan söyleyeyim, bu sizinki yazdıkça yazdıklarından zevk almaya başlayıp kendine olmayacak payeler çıkartmaya başladığında, kendim için bir şey istiyorsam namerdim, bizim kim olduğumuzu da unutmaması için, çok sevip saydığı romancı Mehmet Anıl’dan rica ettik, sağ olsun bizi kırmadı, bu önsözü yazması gerektiğini kulağına fısıldadı da, yoksa bizi çırak çıkarıp bahsimizi anmayacaktı zahir….
Hervé M. Abajoli