Marie Louise von Franz (4 Ocak 1915 - 17 Şubat 1998), peri masallarıyla rüyaların psikolojik yorumlarıyla tanınan ve aynı zamanda C. G. Jung'un orijinal simya el yazmalarını Almancaya çeviren İsviçreli bir Jungian psikolog ve akademisyendi.
Rolande Biès’in Marie-Louise von Franz röportajı
RB: Jung ile nasıl tanıştınız ilişkinizi nasıl konumlandırırsınız?
M.L.v.F: İlişkim 18 yaşımdayken onunla yaptığımız bir analizle başladı ve Latince ve Yunanca simya metinlerinin çevrilmesinde ona yardımcı olmamla devam etti. Böylece onun altmış yaşından sonraki düşüncelerinin doğuşuna şahit oldum. Öğrencisi oldum. Her şeyi ona borçluyum.
R.B.: Masallara olan ilginiz nereden geldi? Masalların sizin için önemi nedir?
M.L.v.F: Madam von Beit benden masallar hakkında bir kitap yazmak için yardım istedi. Ama Jungiyen bir yorum istemedi (bin sayfasını yazdıktan sonra!). Bu yüzden yoluma kendi başıma devam ettim ve psikolojik yorumlama konusunda uzmanlaştım. Böylece masalların, tüm mitler arasında kolektif bilinçdışının en verimli, çeşitli ve temel arketipsel temsilleri olduğunu keşfettim. Bize kolektif insan ruhunun "karşılaştırmalı anatomisini" yapma imkânı veriyorlar. Ayrıca güzeller ve doğrudan herkesle konuşuyorlar.
R.B.: Jung'un tüm büyük simya eserlerinde birlikte çalıştınız. Simyanın Jung için anlamı nedir?
M.L.v.F.: Jung bilinçdışının derinliklerine indiğinde (Freud'dan ayrıldıktan sonra), bilinen mitlerle hiçbir benzerliği olmayan muazzam sembolik materyaller üretti. Rüyaları aracılığıyla simyaya yönlendirildi ve orada deneyimleriyle paralellikler keşfetti! Onun için bunlar yalnızca öznel imgeler değildi, bizim klasik Hristiyan mitlerindeki eksikleri telafi edip tamamlayan ve doğa bilimlerinin gelişimini açıklayan kolektif insan rüyasının devamıydı. Onun için (ve benim için), simya miti Kova Çağı’ndaki Batı’nın mitidir ve mevcut sorunlarımıza çözüm olabilir.
R.B.: Simya modern insan için ne anlama gelmektedir?
R.B.: Jung'un psikolojisi ile nükleer fizik arasındaki paralellik hakkında ne düşünüyorsunuz?
M.L.v.F.: Fiziğin temel varsayımları arketipsel imajlardır. Enerji, parçacıklar vb. kastediyorum. Bu nedenle son tahlilde psişik (zihinsel) imgelerdir. Bunun aksine bilinçdışının en derin katmanlarına indiğimizde salt psişik olmayan, fizyolojik daha doğrusu atomik gerçekleri yansıtan bir katmana ulaşırız. Bu Jung'un Unus Mundus dediği kavramdır; yegâne gerçekliğe iki karşı kutuptan, sadece psişik ve daha ziyade sadece maddi açıdan yaklaştığımızda, “varlığın ya da yaşamın gizemi” bizim anlayışımızı aşar. Ancak psişik ya da maddi yönden yaklaşmamız fark etmez, sonunda insanın yarattığı modeller birbiriyle buluşur.
R.B: Bu bağlamda Jung’un ölmeden önce size emanet ettiği ve sizin onun adına yazdığınız “Sayılar ve Zaman” kitabının anlamı nedir?
M.L.v.F.: Jung bana sadece ilk beş sayının bireysel nitelikleri hakkında aldığı birkaç not bırakmıştı, ancak eşzamanlılık fikrinin devamı olabileceğine dair bazı imaları da olmuştu. Gerisini elimden geldiğince bir araya getirip netleştirdim. Bana en çok yardım eden şey, antik Çin'de sayıların doğal olarak eşzamanlılık fikriyle bağlantılı olduğunun keşfedilmiş olmasıydı. Sayılar muhtemelen Unus Mundus'un yani psişik ve maddi varlıkların "doğal sabitleri”dir.
R.B.: Sokaktaki insanlar için Jung’un psikolojisinin pratik öğretisini yenilemek isteseydik neler söylerdiniz?
M.L.v.F.: Geçmişte insanların rüyalarını dikkate alması doğaldı (örneğin İncil'e bakın). Bazı rüyalar insanlığın kaderini belirlemiştir. Rüya saf aklın yeterli olmadığı durumlarda bize tavsiyelerde bulunabilecek insan içgüdüsünün sesidir, örneğin geleceği gösterebilir. Modern dünyamızda ise doğa artık insan için büyük bir tehlike arz etmiyor. Artık en büyük tehlike insanın kendisidir, diğer bir deyişle insanın ruhudur. Jung bize atom bombası, terörizm, politik delilikler (Nazizm gibi) vb. gibi tehlikelerden kaçınmamız için bir yol göstermektedir.
R.B.: Jungian ekolün geleceğini nasıl görüyorsunuz?
M.L.v.F.: Jung’un psikolojisi yaygın olarak tanınmaya başladıkça fırsatçıları, hırslı insanları ve Jung’u temsil etmek isteyen ancak kendisinde uygulamayan kişileri kendine çekmeye başlamıştır. Bu çok ciddi bir tehlikedir. Jung acı çekenlerin, arayanların, onun bilgeliğiyle yaşamaya çalışanların kendisini hayatta tutacağını öngörmüştü. Belki de Jung’u yeniden keşfetmeden önce bir felaketten geçmemiz gerekiyor… Tabi hayatta kalanlar olursa…
R.B.: Burada ve şimdi gençlere ne mesaj vermek istersiniz?
M.L.v.F.: Hippilerin mesajı olurdu: "Kendi işini yap", ama yeni bir anlamda; insanların kendi ruhlarına kendilerini adadıkları, hayalleri aracılığı ile yeni bir yaratıcılıkla Batı kültürümüzü yönlendirmelerine izin verildiği, özgür bireyin merkeze yerleştirildiği, doğayı sömürmek ve yok etmek yerine onunla uyum içinde yaşadığımız yeni bir gerçeklik. Temel tutum güç değil sevgi olmalıdır.
Röportajı gerçekleştiren Rolande Biès 1970 yılında Carl Jung'un eserleri ile tanıştıktan sonra Analitik Psikoloji temelinde rüyaların yorumlanması ve bunların genişletilmesi, dört işlevin dengelenmesi, aktif imgelem, eşzamanlılık ve I Ching çalışmalarına yoğunlaştı. Bunu yoğun simya sembolleri ile yüklü bir dönem izledi. Bu dönemde Marie Louise von Franz ile 2 yıl sürecek terapiye başladı. Bu 2 yılın sonunda Von Franz ona "Rolande benim sana öğretebileceğim bir şay kalmadı." diyecektir.
Fransızca aslından Asya Naz Dinler- Hervé M. Abajoli tarafından çevrilmiştir.