top of page

Tematik Sözlük

Burada istifadenize sunduğumuz “Tematik Sözlük” Büyük Sır Üstadı roman serisi içinde bulunan dipnotlardan yola çıkarak oluşturulan ve serinin her kitabının sonunda bulunan “Meraklısı için notlar” bölümünden derlenmiştir. Ayrıca metnin içinde geçen kavram ve kelimelerin kaynaklarını belirten kısaltmalar ilave edilmiştir. Bu kısaltmalar şunlardır: Alm. Almanca, Ana. Psi. Analitik Psikoloji, Ar. Arapça, Aram. Aramice, Far. Farsça, Fr. Fransızca, İbr. İbranice, İng. İngilizce, İsp. İspanyolca, İt. İtalyanca, Jap. Japonca, Lat. Latince, Moğ. Moğolca, Osm. T. Osmanlı Türkçesi, Psi. Psikoloji, Yun. Yunanca, Hint. Hintçe, Sans. Sanskritçe, Kelt. Keltçe, Çin. Çince.

M

Mandeanlar (Mandaeanlar)

(Aram.) Orta Doğu'da hâlâ varlığını sürdüren, ilk Gnostiklerin tartışmasız tek ve doğrudan varisleridir. Araplar tarafından Subbi ya da Subbâ olarak da çağrılan Harran Sabiîleri kendilerine Mandeanlar (bilgili olanlar, arifler) ya da Nasuralar (kutsal öğretileri koruyanlar) demekteydiler. Sabiî sözcüğü Arapça suya daldırmak (vaftiz etmek) anlamına gelen “sab” fiilinden türetilmiştir ve tipik ritüellerinden olan Vaftizci Yahya’nın uyguladığı ibadetlerine atfen Sabiîler olarak çağrılmışlardır. İnançlıları Âdem, Habil, Seth, Enoch, Nuh, Şem, Aram ve özellikle Vaftizci Yahya'ya tapmaktadırlar. Aramice “Manda” Yunanca “Gnosis” gibi, bilgi demektir.

M

Manicilik

3. yüzyılda “Işık Peygamberi” Pers Mani (Manes) tarafından kurulmuş Gnostik, Hristiyan ve Zerdüşt öğelerinin kaynaşmasından oluşmuş bir inançtır. Buna göre, aynı insan ruhunda olduğu gibi dünya da sürekli bir savaş içinde olan iyilik ve kötülük (ışık ve karanlık) adlı iki ilke tarafından yönetilir. Mani inananları maddi dünyada esir düşmüş ruhun mutlak kurtuluşunu cinsel ilişkiden kaçınma, et yememe, oruç tutma gibi özverilerde ararlar. Ortaçağ’da Katolik Hristiyanlara karşı olan bütün mezhepler (Bogomiller, Katharlar vs.) Manicilikten büyük ölçüde etkilenmişlerdir. Asya ve Afrika’da da geniş bir yaşam alanı bulmuştur.

A

Mantra

Hint gizemciliğinde ve yogada, ‘kutsal söz’. Sürekli yinelendiğinde yoğunlaşmayı sağlar. Kimileri sözcük biçimine girmiş Tanrı sayılır. Kimilerininse belli bir anlamı yoktur. Mantraların en üstününün “Om” olduğu kabul edilir. “Aum” biçiminde de yazılan “Om”, Tanrıya selam niteliğindedir. Özellikle Tibet Budacılığında, “Om mani padme hum” biçiminde kullanılır. Belli bir anlamı olmayan kutsal sözcük “om” ile “lotus çiçeğindeki mücevher” anlamına gelen sözcüklerden oluşur.

M

Mapuçe davulu

At ya da keçi derisinden mamul, genelde 60 cm veya fazla genişlikte tek taraflı bir el davulu. Şaman törenlerinde danslara tempo vermek için kullanılır. Üzeri her zaman dörde bölünmüş görüntüdedir.

M

Maria Prophetissa

Batı kültüründe ilk simyacı olarak kabul edilen kişidir. Bugün günlük hayatımızda dahi kullanılan Bain-Marie (Benmari - Mari’nin küveti) aleti dâhil pek çok laboratuvar aletinin mucidi kabul edilir. 1. ve 3. yüzyıllar civarında yaşamıştır ve simyada bir kural olarak kabul edilen Maria Aksiyomu'nun mucidi olan kadındır.  Aksiyom "Birin içinden iki sudur eder, ikinin içinden üç ve üçüncüden de tek olan dördüncü belirir." olarak söylenebilir. C. G. Jung, Maria aksiyomunu Analitik Psikoloji’nin bireyleşme sürecini anlatan bir metafor olarak kullanmıştır. Şöyle ki: Bir, bilinçdışı bütünlüğün orijinal hâlidir; iki, karşıtlar arasındaki çatışmayı ifade eder; üç, potansiyel bir çözüme işaret edendir, aşkın işlevdir; dördüncüsü ise, göreceli olarak bütünlük hâline dönüştürülmüş barış içinde bir bilinç hâlidir. Kısacası, hayatın gelişim safhalarında; bir orijinal olanı, bilinçdışı bütünlüğün saf durumunu (örneğin çocukluk dönemi); iki karşıtlar arasındaki çatışmayı ifade eder (örneğin, persona ve gölge arketipleri); dördüncüsü ise, Felsefe Taşı’nın kodudur yani psikolojik olarak dönüştürülmüş bir bilinçlilik bütünlüğüne eşdeğerdir.

M

Marie Louise Von Franz

(04.01.1915 – 17.02.1998) Peri masalları, simyasal el yazmaları ve rüya terapisi konusundaki psikolojik çalışmalarıyla ünlü bir İsviçreli analitik psikolog ve akademisyendi. 1942'den ölümüne kadar çoğunlukla İsviçre'nin Küsnacht kentinde terapist olarak çalıştı. 1987 yılında 65.000'den fazla rüya yorumladığını açıkladı. 18 yaşındayken 7 öğrenci arkadaşıyla birlikte Zürih'te Jung ile tanıştı ve psikoloji tartışırlarken insanın iç ve dış tutumunun iki farklı gerçeklik seviyesi olduğunu kavrayacak kadar zekiydi. Kısa sürede Jung için Yunanca ve Latince metinlerden çeviriler yapmaya başladı. Diğerlerinin yanı sıra, iki önemli simya el yazmasını tercüme etti: Aquinolu Thomas’a atfedilen Aurora Consurgens ve Musaeum Hermeticum. Tercümedeki pasajların çoğu İslami, Arapça ve Farsça kökenli olunca, üniversitede çalışma konusu olarak Arapçayı seçti. Jung’un 1961'deki ölümüne kadar olan iş arkadaşlığı sayesinde özellikle simya alanında yoğunlaştı. Sadece temel eserleri çevirmekle kalmadı, aynı zamanda Aurora Consurgens'in kökenini ve psikolojik anlamını yorumladı. Jung'un “nesnel psişe” veya “kolektif bilinçdışı” olarak adlandırdığı deneyim, işini olduğu kadar yaşam tarzını da şekillendirdi. Bu özerk psişenin gerçekliğini ve bilinçten nasıl bağımsız hareket ettiğini anlamak için ömrü boyunca çalıştı. Analitik Psikoloji üzerine, özellikle de arketipsel psikoloji ve masallarla ilgili 20'den fazla kitap yazdı. Hayatının son çeyreğinde ilgi ve araştırma alanı eş zamanlılık, ruh-madde karşıtlığı ve sayıların arketipsel niteliklerine kaydı. Bunun nedeni Jung’un “psişik ve maddi dünyaların birliği” yani simya tabiriyle Unus Mundus hipotezinin araştırılması amacıyla sayıların arketipsel özelliklerini çalışmak için artık çok yaşlı olması idi. Jung’un yönlendirmesiyle bu konuya eğildi ve iki kitap, “Sayılar ve Zaman” ile “Psişe ve Madde”yi yayınladı. 1968'de DNA'nın matematiksel yapısının kadim Çin Kehanet yöntemi olan I-Ching ile benzer olduğunu iddia eden ilk kişi oldu.

M

Mihail Psellos

1018 ile 1078 ya da 1096 yılları arasında yaşamış Bizanslı düşünür, ilahiyatçı, yazar ve devlet adamı. Aristotelesçi felsefenin Hristiyan Ortodoks öğretisiyle bir arada yaşayabileceğini savunarak Skolastik düşünceye karşı çıkmıştır. Bu sayede daha sonra İtalyan Rönesansı’nı tetikleyecek olan Bizans klasik eğitiminin yaygınlaşmasında başrolü üstlenmiştir. Hypatos ton Filosofon yani Filozofların Konsülü ya da Düşünürlerin Başı unvanlarını taşımaktaydı. Bu sıfatıyla Ayasofya’nın gizli odalarında çalıştırdığı Araplarla Keltlere muhtelif dillerde yazılmış hermetik metinleri Latince ve Yunancaya tercüme ettiriyor ve el altından dağıtıyordu. Kesin olarak bilinen iki eser: Picatrix (Ghãyat al-Hakîm) ve Corpus Hermeticum’dur.

M

Mistik ve Mistisizm

Antik Çağ’da Yunanca mystikos kelimesinden türetilmiş yani Eleusis gizemlerine katılan kişi (inisiye) anlamında kullanılmaya başlanmış ve günümüzde daha çok Tanrı ile doğrudan deneyim, sezgi, içe bakış yoluyla bilgeliğe ulaşma anlamlarında kullanılan kavramdır.  Mistisizmin kaynağı görünen dünyanın ötesinde olanın bilincidir. Mistik gelenekler Hermetizm, Gnostisizm, Kabala, Hristiyan mistisizmi, Tasavvuf, Doğu Ortodoks İsihazm, Vedanta, Taoizm, Thelema mistisizmi, Zen olarak sayılabilir.

N

Newgrange ve Stonehenge

Newgrange (İrlandaca Brú na Bóinne), İrlanda’nın Boyne Vadisi’nde yer alan tarih öncesi bir anıttır. M.Ö. 3200 civarında Neolitik Çağ’da inşa edilmiştir. Site, içerisinde taş geçiş yolları ve odaları olan geniş bir dairesel höyükten oluşmaktadır. Bu odalarda insan kemikleri ve olası mezar kalıntıları ya da adak sunuları bulundu. Höyük aynı zamanda bir taş daire ile çevrelenmiştir. Sitenin hangi amaçla kullanıldığı konusunda kesin bir tahmin yoktur, ancak dinî amaçlarla kullanıldığı düşünülmektedir. 1993 yılında UNESCO tarafından Dünya Mirası olarak belirlenmiştir.

Stonehenge İngiltere’deki Salisbury Düzlüğü’nde dinsel törenler için kullanılmış ve druidlere atfedilen dev taşlardan oluşturulmuş bir dairedir. Otuz taş dik olarak durmakta (bunlardan hâlen on yedisi ayaktadır) ve bunların üzerine yatay olarak yerleştirilen lento taşları ile birlikte tarihî eser bir nevi yan yana dizilerek daire oluşturmuş kapılar görüntüsü vermektedir. Stonehenge adı eski İngilizcede "asılı taşlar" anlamına gelir. Beş yüz yıl boyunca mezar alanı olarak kullanılmıştır. (M.Ö. 3000 yılında İngiltere’nin en büyük mezarlığıydı.) Gökbilimci Sir Fred Hoyle ise işaret taşlarının dış halka etrafında hareket ettirilmesiyle Stonehenge’in güneş ve ay tutulmalarını önceden tahmin etmek amacıyla kullanılabileceğini ispatlamıştır. Yapının bir benzerinin Rusya Başkurdistan’daki “Uçalı Buluntuları” içerisinde bulunması ilginçtir.

Stonehenge’in çemberi bölen ve yapının girişinden geçen ekseninin yaz gün dönümündeki (21 Haziran) gün doğumuna doğru konumlandırılmış olmasına karşılık, İrlanda’da yaklaşık olarak aynı zamanlarda inşa edilen Newgrange anıtının ekseninin kış gün dönümündeki (21 Aralık) gün doğumuna yöneltilmiş olması çok dikkat çekicidir.

N

Nigredo

(Lat.) Siyah Evre demektir. Simyada Büyük Eser Magnum Opus’un ilk aşaması olup psikolojik bir yeniden doğuş çabasının tetiklendiği safhadır. Arketipsel gölgenin içerikleriyle yüzleşme süreciyle ortaya çıkar. Gölgenin orta derecede kapsamlı bir bilgisi bile, daha önce hiç hayal edemediğimiz kişilik problemlerine yol açtığı için insanda zihinsel karanlığa neden olabilir. Bu sebeple, simyacılar Nigredo melankolisini "siyahtan daha karanlık gece" olarak betimlerler.

N

Numinosum ya da numen

Rudolf Otto'dan alınan ve ifade edilemeyen, gizemli ve ürkünç olanı anlatan bir terim. Dolaysız yaşanıp tanrısallığa özgü olması nedeniyle deneyimin bireyin dışından geliyormuş gibi duyumsanması ve iradi çaba ile oluşturulamaması esastır. Ruh sağaltıcılarının çabasında numinosum deneyimi, iyileşme açısından kilit önemde olup her zaman bir aydınlanma ve benliğin ötesindeki bir şeyle bağlantılı olma hissi içerir. Genellikle kişiliğin en zayıf alanı ile ilişkili olup her zaman iyileşme amacıyla kendini gösterir. Bazen hiç alışılmamış hatta ürkütücü sembollerle kendini somutlaştırma çabasına girişebilir. İncinmişliğimiz ve zaaflarımız numinosum hissinin vücut bulmasında doğrudan sorumlu olduğundan benliğimizde ciddi zorlayıcı bir kudret olarak deneyimlenir. Bu nedenle analizde arketipsel gölge bilgisine ulaşmak bizi numinosuma götürebildiği gibi numinosum da bizi gölge bilgisine götürebilir.

O

Ongonlar

Moğolistan ve Sibirya şamanlarının hemen her kabilesince kabul görmüş kutsal araçlarıdır.  Ongonlar genelde ahşap, deri, keçe, taş, kâğıt, kürk, tüy ve metalden yapılmış olabilir. Bazıları soyut olabilir. Şaman inanışında ongon imal edildikten sonra onu diriltmek için içine bir ruh yerleştirilmelidir.  Bu amaçla şamanlar ongonları atasal ruhlara, hayvan ruhlarına veya doğa ruhlarına işgal ettirir. Şaman daha sonra dirilttiği ongonu gerin kutsal bir yerine yerleştirilerek onurlandırır.  İçki, kan, süt veya yağ vererek besler. En önemli ongonlar arasında bulunan Zol Zayaak ve Avgaldai eril-dişil bir çift olarak resmedilir ve evcil hayvanların koruyucuları sayılır. Avgaldai, ayı atanın bakır maskesidir ve yeni şamanların inisiyasyonu için yapılan ominan ritüelinde giyilir.

P

Paganizm ve Pagan

Tek tanrılı dinler öncesi panteist anlayışı benimseyip, doğayı kutsal tutan, güneşin ve ayın hareketlerini bayram olarak kutlayan ve doğa güçlerini tanrılar ve tanrıçalar olarak kişileştiren inançların tümüne birden verilen genel addır. İnançlılarına Pagan denir. Pagan, Paganist, Hellene ve Gentile hep birlikte 4. yüzyıldan önce Romalı Hristiyanlar tarafından çok tanrılı inanç topluluklarını betimlemek için kullanılmış terimlerdir. Aşağılayıcı/hor gören ve aşağı sınıf köylülerin dini gibi bir anlam taşımaktaydı. Ortaçağ’dan hemen sonra pagan terimi İbrahimî olmayan dinlerin inananlarının tamamı için kullanılır oldu.

P

Paracelsus

Philippus Aureolus Theophrastus Bombastus von Hohenheim olarak doğmuş daha sonra adını Celsus’tan bile ileri anlamında Paracelsus olarak değiştirmiştir. Alman kökenli İsviçreli, simyacı, felsefeci ve doktordur. 1493 yılında Zürich yakınlarında doğmuş, 1541'de 48 yaşında Salzburg'da ölmüştür. Modern eczacılığın kurucularından biri olduğu kabul edilir. Her şeyin zehirli olduğunu ancak ilacı zehirden ayıranın doz olduğunu ilk keşfeden kişidir. Doktor olan babasından ilk temel bilgileri aldıktan sonra üniversiteye gitse de burada verilen eğitimi beğenmeyerek dünyanın çeşitli bilim merkezlerine yolculuklar yapmıştır. Bir 16. yüzyıl doktoru olarak Paracelsus, Marsilio Ficino ve Pico della Mirandola'nın dünya görüşlerini desteklemiştir. Dolayısıyla Rönesans'ın iştahla yeniden keşfettiği Hermetik, Neoplatonik ve Pitagorasçı felsefelerle doğal bir yakınlık içindedir. O çağda Avrupa’da çalışan üniversite mezunu hekimlerin çoğunda olduğu gibi astrolojiyi teşhis koymak için yoğun olarak kullanmıştır. Paracelsus, Aristoteles ve Galen felsefelerini büyük ölçüde reddetmiştir. Zamanın tedavi şeklini tek taraflı ve eksik bulmuş, otoritelerin tıbbi kuramlarına karşı çıkmış ve akademik olan her şeye meydan okumuştur. Sembolik bir hareketle, Heidelberg Üniversitesinde İbn-i Sina, Hipokrates ve Galen gibi otoritelerin eserlerini yakmıştır. Bu hareketi büyük bir tepki toplamış, hemen hiçbir yerde fazla kalamayıp, bir gezgin hâline dönüşmüştür. Bu seyahatleri sırasında Konstantiniye’ye uğradığı bilinmektedir. Paracelsus, tıp eğitiminde geleneksel olarak kullanılan Latince yerine derslerini Almanca vermiştir.

P

Paranormal yetenekler

Lüsidite: Gözler kapalıyken çevreyi görebilme.

Kritoskopi: Saydam olmayan cisimlerin ardını görebilme.

Alloskopi: Başkalarının bedenindeki iç organları ve bunların işleyişini görerek bedensel rahatsızlıkları saptayabilme.

Teleoptik: Uzakta ve kapalı bir ortamdaki olay, nesne ve canlıları algılayabilme.

Psikometri/Zamansal Durugörü: Geçmiş veya gelecekteki olayları algılama. Telepatik Durugörü gibi pek çok alt sınıflaması bulunur. Durugörü yeteneğine sahip kişilere telemetr denir. Durugörü hâli objektif veya sübjektif vizyonlar ya da imaj duyumları (fanteziler) şeklinde belirebilir. Fenomene, hipnoz, doğal uyku, uyku uyanıklık arası hâller, vect, trans gibi hâllerde daha sık rastlanır.

Telekinezi: Hiçbir fiziksel bağlantı kurmaksızın maddeyi bulunduğu yerden başka bir yere hareket ettirebilme yeteneğine verilen isimdir. Bu yeteneğe sahip kişiye de telekinez denir.

P

Paulusçular

Populicani (Lat.) Popelikanlar da denir. Büyük olasılıkla Suriye ve Mezopotamya sınırında filizlenmiş ve VII. yüzyılda Ermenistan’a yayılmış heretik bir Hristiyan mezhebidir. Kurucusu Paulus hakkında çok az şey bilinmektedir. Gerçek Hristiyanların kendileri olduklarına inanıyorlardı. İnançlarına göre yalnızca Yeni Ahit’i tanırlar, Eski Ahit’i reddederlerdi. İsa’nın dirilişini yadsıyorlardı. Onlara göre dünyayı yaratmış olan bir iyi tanrı ve gelecekte dünyayı yönetecek olan bir kötü tanrı vardı. Bizans İmparatoru I. Basilius’un düşmanlığını kazandıktan sonra kanlı savaşlar vermek zorunda kalıp iki koldan dağılmışlardır. Bir kısmı Suriye’ye diğer bir kısmı da Bulgaristan’a sığınmışlardır. Zaman içinde Bogomilleri etkilemiş ve onlarla kaynaşmışlardır.

P

Pitagoras ya da Pisagor

M.Ö. 570 - M.Ö. 495 yılları arasında yaşamış olan "Sayıların Babası" olarak bilinen İyonyalı filozof ve matematikçidir. 7 büyük filozoftan biri sayılan Thales'in öğrencisi olmuştur. Onun yönlendirmesiyle yurdundan ayrılarak Mısır'a gitmiş, burada Mısır dilini ve matematiğin temellerini öğrendikten sonra vatanı Samos adasına geri dönmüştür. Tiran Polycrates’in düşmanlığını kazanması nedeniyle M.Ö. 529'da İtalya'nın güneyindeki Yunan kenti Crotona'ya göç etmiştir. Burada 300 kadar soylu delikanlıyı kurduğu okulun çatısı altında toplamıştır. Pitagoras öğrencilerini iki kısma ayırmıştır: Dinleyiciler ve Matematikçiler. Okula dinleyici olarak başlanıyor, istidadı olanlar Matematikçiliğe yükseliyordu. İnisyasyona bağlı bir bilimler akademisi olan bu okulda hem uhrevi hem de dünyevi bilimler (fizik, matematik, siyaset bilimi vs.) de öğretilmekteydi. Pitagoras bu bilimlere "insan bilgisinin tümünü çevreleyen" anlamında “Matemata” demekteydi. Pitagoras felsefesinde her şeyin matematiğe bağlı olduğuna, sayıların varlığın temeli olduğuna, matematik aracılığıyla her şeyin tahmin edilebileceğine ve ölçülebileceğine inanılırdı. Pitagoras Tetractys adını verdiği ve 1, 2, 3, 4 sayılarının aralarındaki oran ile bu sayıların toplamı olan 10 sayısının (1+2+3+4=10) evrenin temelindeki güç olduğuna inanırdı. Dünyanın yuvarlak olduğunu, her gezegenin bir ekseni olduğunu ve gezegenlerin bir merkezî noktada döndüklerini söyleyen ilk kişilerden biriydi. Pitagoras ahenk ve düzenin de matematiksel olduğunu ve sayıların fiziki ölçülere aracılık ederken ahenk gibi anlamları da idare ettiğini söylemiştir. Buna örnek olarak bir yaylı müzik aletinde telin kısalmasıyla, çıkardığı sesin inceldiğini keşfetmesi gösterilebilir. İki telden birinin uzunluğu diğerinin iki katıysa, kısa telin çıkardığı sesin uzun telin çıkardığı sesin bir oktav üstünde olduğunu da o bulmuştur.

P

Presesyon

Yalpalama demektir. Bu hareket yüzünden dünyanın ekvator düzlemi ile ekinoks noktaları Zodyak takımyıldızları arasında yılda 50'' (çember saniyesi), 72 yılda ise 1° geriye kayar. Presesyonun periyodu yani tam bir daireyi (360°) tamamlaması için geçen süre yaklaşık 26.000 yıldır. Günümüzde dünyanın ekseninin (Kuzey Kutbu) gösterdiği yön Küçükayı takımyıldızının sabit yıldızı Polaris’tir. M.Ö. 3000’lerde Kutup Yıldızı’mız Ejderha’nın Thuban Yıldızı, M.Ö. 13.000’lerde ise Çalgı takımyıldızının sabit yıldızı Vega idi. M.S. 13.000’de de dünya ekseni yine Vega’yı gösterecek ve Kutup Yıldızı’mız da yine o olacaktır.

P

Psişe

Analitik Psikoloji ekolünde psişe, bilinen genel anlamıyla sadece ruhtan mürekkep olmayıp aynı zamanda ruhun ötesinde daha geniş bilinçli süreçleri de kapsayan psişik süreçlerin bütününe verilen isimdir. Psişe birbirinden farklı yine de birbiriyle uyumlu çalışan bilinç, kişisel bilinçdışı, kolektif bilinçdışı ve asla bilince yükseltilemeyecek derin bilinçdışından oluşur. Jung, psişe kavramını oluşturan 3 katman olduğunu söyler. Bunlar, bilinç, kişisel bilinçdışı ve kolektif bilinçdışıdır.

P

Puer aeternus

(Lat.) Ebedi çocuk. Kadın olanına “puella aeterna” denir. Genellikle “puer” ve “puella” olarak kısaltılarak kullanılır. Yunan Mitolojisi’nde sonsuza kadar genç kalan bir çocuk tanrıdır. Carl Jung'un Analitik Psikoloji’sinde, bu terim, "Peter Pan sendromu" olarak da bilinen, duygusal yaşamı ergenlik düzeyini aşamamış yaşlı bir kişiyi tanımlamak için kullanılır. Jung'un anlayışında puer, tipik olarak kaçmanın mümkün olmayacağı bir duruma düşme korkusu nedeniyle "geçici bir yaşam" sürer. Bağımsızlığa ve özgürlüğe imrenir, sınırlara ve sınırlanmaya karşı çıkar. Herhangi bir kısıtlamayı tahammül edilemez bulmaya meyillidir.

R

Rudolf Hess

SS onursal lideri Hess ilk günden beri Hitler’in yanında bulunan ve Hitler’in Nasyonal Sosyalist Alman İşçi Partisi'ndeki vekilliğine kadar yükselmiş Nazi Almanyası’nın önde gelen isimlerindendi. Hess her zaman Haushofer etkisinde kalmıştır. Haushofer’in Doğu ülkelerini tek bayrak altında toplamak amacını güden Büyük Avrasya Projesinin Hitler’in Rusya’ya saldırmaya karar vermesinin ardından sekteye uğramasıyla birlikte Haushofer genişleyen cephelerin Üçüncü Reich’ın sonunu getirebileceğini öngördü. Bunun üzerine Hess üzerindeki etkisini kullanarak onu barış görüşmeleri yapmak amacıyla İngiltere’ye gitmesi için teşvik etti. Hess kendi kullandığı uçak ile 1941 yılında İskoçya Galler kırsal kesimine indi. Amacı Hamilton Dükü ile görüşmekti ama umduğunu bulamadı. Savaşın sonuna kadar esir kampında tutulduktan sonra Nürnberg Savaş Suçları Mahkemesinde yargılandı ve ömür boyu hapse mahkûm edildi.

B

Rudolf Otto

(25.09.1869 – 06.03.1937) Ünlü bir Alman Lutheryan teolog, filozof ve karşılaştırmalı dinler araştırmacısıydı. Yirminci yüzyılın başlarındaki en etkili teologlardan biri olarak kabul edilir. Dünya dinlerinin kalbi olarak nitelendirdiği numen deneyimi (numinosum) kavramıyla bilinir. Hayatının sonuna doğru çalışmalarını; din felsefesi, dinler tarihi ve din psikolojisi katmanlarına bölünmüş bir din biliminin parçası olarak düşünmeye başlamıştır.

C

Ruh (Tin)

Analitik Psikoloji ekolünde bir çeşit içsel kişilik olarak tanımlanabilecek işlevsel bir kompleks olarak kabul edilir. C. G. Jung, psikolojik bir kavram olan ruh ile dindeki geleneksel kullanımı arasında ayrım yapmaya dikkat etti. Ruh kelimesini geleneksel teolojik anlamında sıklıkla kullanırken, psikolojik anlamını kesinlikle sınırlandırmıştır. “Bilincin yapısı hakkındaki araştırmalarımda ruh ve psişe arasında kavramsal bir ayrım yapmak zorunda kaldım. Psişe kavramından, bilinçli ve bilinçsiz olan tüm psişik süreçlerin bütünlüğünü anlıyorum. Öte yandan ruh kavramından ise, en iyi "kişilik" olarak nitelendirilebilecek net bir şekilde ayrılmış işlevsel bir kompleksi anlıyorum.” (Toplu Eserler 6, par. 797) “Psikolojik bakış açısına göre, aynı her özerk komplekste olduğu gibi ruh fenomeni, egonun niyetlerinden daha üstün olan veya en azından eşit olmayan bilinçdışı bir niyet olarak ortaya çıkmaktadır. Ruh dediğimiz şeyin özüne tarafsız bakacak olursak, bunun bilinçdışı olmaktan ziyade daha yüksek bir bilinçten oluştuğunu söylememiz gerekir.” (Ruh ve Yaşam, Toplu Eserler 8, par. 643)

D

Salomé

Roma İmparatorluğu yönetimindeki Yahudiye bölgesi Kralı İkinci Herod'un ve Herodias'ın kızı Salomé Femme Fatale arketipinin ilk örneklerindendir. Kral Herod kendi doğum günü kutlamasında üvey kızı Salomé'nin dans etmesini ister. Kral, Salomé'nin dansından o kadar etkilenir ki ona bir dileğini gerçekleştirme sözü verir hatta eğer isterse krallığının yarısını vermeye razıdır. Bunu üzerine ne isteyeceğini bilemeyen Salomé, annesi Herodias'a danışır. Vaftizci Yahya kısa bir süre önce Herod'un Herodias ile evliliğini aralarındaki kan bağı nedeniyle lanetlemiş ve bu evliliğin kutsal yasaya göre geçersiz olduğunu söylemiştir. Hatta bu yüzden Herod tarafından hapsedilmiştir. Yahya’nın bu söylediklerini unutamayan Herodias, bunu bir fırsat bilerek kızı Salomé'nin Herod’dan Vaftizci Yahya'nın kafasını istemesini söyler. Yahya, Hz. İsa’nın gelişini müjdelemiş ve onu vaftiz etmiştir. Bu nedenle kutsal bir insan sayılmaktadır. Herod daha önce Yahya'yı idam ettirmekten çekinse de Salomé’ye verdiği sözün esiri olur ve Vaftizci Yahya'nın öldürülmesi için emir verir. Yahya öldürülür ve kafası gümüş tepside Salomé'ye getirilir. Bu hikâye yüzyıllar boyunca plastik sanatların bütün türlerine, filmlere ve oyunlara konu olmuştur. Salomé başlı başına bir erkek yiyen kadın, şehvet düşkünü ve cinsel yozlaşma sembolü hâline gelmiştir.

D

Senchus Mór

Senchus Mór ya da bu günkü adıyla Brehon hukuk sistemi, kaydedilen en eski ikinci hukuk sistemidir. Bu yasayı üreten İrlanda Kelt toplumu bu geleneği en az bin yıl boyunca sözlü olarak sürdürdü. Beşinci ve altıncı yüzyıllarda İrlanda'ya gelen erken Kıpti Hıristiyan manastır mezheplerinin etkisiyle ilk defa yazılı hâle dönüştürüldü. Bu rahipler Brehon yasasından çok etkilenmişler ve yasayı tam anlamıyla yüreklerinde taşıyan “Na Filidh” adlı şairlerden dinleyerek yazılı hâle getirmişlerdir. Bu şairler, uzun bir inisiyasyon döneminden öğrendikleri hukuku dört satırlık kıtalar halinde okurlardı. Buna yeni vakalar ortaya çıktıkça, hukukun sürekli değişen yaşamla uyumlu olmasını sağlayan yeni şiirler eklenmiştir. Brehon hukuku sürdürülebilir sağduyu ilkesine dayanan doğal bir hukuk sistemidir.  

D

Seshat

Seshat, kadim Mısır bilgelik, bilgi ve yazı tanrıçasıydı. Bir yazar ve kayıt bekçisi olarak görülüyordu ve adı “tarayan” yani “yazar olan” anlamına geliyordu. Yazıyı icat ettiğine inanılırdı. Ayrıca muhasebe, mimari, astronomi, astroloji, inşaat, matematik ve ölçme tanrıçası olarak da kabul edilirdi. Sanatta, başının üstünde yedi köşeli bir amblem bulunan bir kadın olarak tasvir edildi. “Kitaplar Evi'nin Hanımı” en önemli bilgi parşömenlerinin bir araya getirildiği ve büyülerin korunduğu kütüphaneyi yöneten tanrı olan Seshat'ın bir diğer adıdır. Genellikle palmiye ile temsil edilirdi. Sık sık cenaze rahiplerinin sembolü olan çita veya leopar postu giymiş olarak da gösterilir. Doğal post üzerindeki desenin yıldızları temsil ettiği, sonsuzluğun sembolü olduğu ve gece gökyüzüyle ilişkilendirildiği düşünülüyordu. İlahi ölçücü ve yazıcı olarak Seshat'ın firavuna yardım ettiğine inanılıyordu. Avucuna çentik atarak firavuna yeryüzünde kalması için ayrılan zamanı kaydeden de oydu. Seshat firavuna "kordonu germek" ritüelinde yardım ederdi. Bu ritüel, kutsal hizalamaları ve boyutların kesinliğini belirlemek ve uygulamak için tapınakların ve diğer önemli yapıların temellerinin atılmasıyla ilgilidir. Araziyi araştırmak, yıllık sellerden sonra sınır çizgilerini yeniden kurmak için becerileri gerekliydi. Firavunun taç giyme töreninde yaptığı konuşmaları kayıt altına almak ve askerî harekatlarda kazanılan yabancı esir ve malların envanterini onaylamakla da görevliydi. Bir bilgelik tanrısı olarak da saygı duyulan, zamanın hesaplayıcısı ve yazı tanrısı Thoth, bazı örtüşen işlevleri paylaştığı Seshat ile yakından özdeşleşmişti. Bazen kızı, bazen de arkadaşı olarak görülmüştür.

E

Skizma

Büyük Skizma. Yunanca ve Latincede ayrılma anlamına gelen ve özellikle Doğu (Bizans/Ortodoks) ve Batı (Roma/Katolik) kiliselerinin birbirinden ayrılmasını ifade eden kavramdır. 11. yüzyılda Doğu ve Batı kiliselerinin arasında oluşan derin görüş ayrılıklarının, 1054 yılında Papalık temsilcisi Kardinal Humbert’in Ayasofya’ya girerek Bizans Patrik’i Kerularios’la ona bağlı din adamlarının aforoz edildiğini gösteren bir belgeyi sunak masasının üzerine bırakmasıyla zirve yapan çatışmadır. Buna cevap olarak Patrik Kerularios’un derhâl dinî bir kurul (sinod) toplayarak Papalık elçilerini aforoz edip kendisini Roma’dan tamamıyla bağımsız ilan etmesiyle Katolik ve Ortodoks kiliseleri arasındaki bölünme kesinleşmiştir. Bu ayrılık 1964 yılına kadar 910 sene sürmüştür.

E

Sözcük Çağrışım Testi

Kelime çağrışım testi, ilk kez Charles Darwin'in kuzeni Sir Francis Galton tarafından kullanılmıştır. Deneğe yüksek sesle bir dizi kelime söylenmesi ve deneğin aklına gelen ilk kelimeyi belirtmesiyle yapılan test şeklidir. Gözlemci, bir kronometre yardımıyla tepki süresini not alır; bu süre, deneğin bir yanıt vermesine kadar geçen süredir. Alınan bu süre notları bir tabloya işaretlenir. Genelde bir listede yaklaşık 100 kelime bulunur. Galton, tepki süresini tam olarak ölçerken tüm detayları not alarak ilerlemiştir. Tüm bunlar, testin uygulamasını oldukça karmaşık kılmaktaydı. Ne yazık ki, test sonucu elde edilen bilgi birikimi, zekânın derecesini hesaplamada ya hiç değer taşımıyordu ya da çok az katkıda bulunuyordu. Sigmund Freud ve Carl Gustav Jung -kendilerine göre değişiklikler yaparak uygulamışlardır- testi kullananlar arasındadır. Carl Gustav Jung’un testi uygularken yaptığı basit ama önemli değişiklik, kelimenin söylenmesinden sonra geciken tepki süresinin nedeninin testin uygulandığı kişiye sorulmasıydı.

E

SS

Schutzstaffel. (Alm.) Koruma kadrosu demektir. Nisan 1925'te Adolf Hitler tarafından kendi koruması olarak kurulmuş siyah üniformalı elit bir kolordu. SS olarak kısaltılarak kullanılmıştır. Nazi hareketinin başarısıyla hızla büyümüş ve muazzam polis ve askerî güçleri bünyesinde toplayarak neredeyse bir devlet içinde devlet hâline gelmiştir. 1929’dan 1945’teki dağılmalarına kadar SS, ırkçı bir faşist olan Heinrich Himmler tarafından yönetilmiştir. Himmler kuruluşta 300 olan mevcudu Nazilerin iktidara geldikleri 1933 tarihinde 50.000 kişiye çıkarmıştır. Grubun vurucu tesirini arttırmak amacıyla tasarlanmış görsel malzemeler; şık siyah üniformaları, şimşek şeklinde SS amblemleri, kuru kafa rozetleri ve gümüş hançerleri ile etkileyici bir güç sembolü olmuşlardır. Bu nedenle SS’ler diğer savaşan birimlere nazaran kendilerini her zaman daha üstün ve ayrıcalıklı hissetmiştir. SS, 1934 yılında Hitler’in talimatıyla rakip örgüt SA ve şefleri Ernst Röhm’ü başarıyla tasfiye ettikten sonra yalnızca Hitler’e hesap veren bir grup hâline dönüşmüştür. 1934 ve 1936 yılları arasında Himmler ve başkomutanı Reinhard Heydrich, Almanya’nın bütün polis güçlerinin kontrolünü tek merkezde toplayarak SS’nin gücünü sağlamlaştırmıştır. Aynı tarihlerde, SS’lerin özel birimleri eğitilmiş ve normal ordunun hatları boyunca dağıtılmıştır. 1939'a gelindiğinde, SS, Allgemeine-SS (Genel SS) ve Waffen-SS (Silahlı SS) olmak üzere iki gruba ayrılmış 250.000 kişilik dev bir örgütlenme ve labirent bürokrasisi hâline gelmiştir. Allgemeine-SS, esas olarak polisiye olaylar ve “ırksal” meselelerle ilgilenmiştir. Üç alt gruptan oluşan Waffen-SS’nin Leibstandarte grubu Hitler'in kişisel korunması ile ilgileniyordu. Totenkopfverbände’nin (Ölümün Baş Taburu) görevi Yahudilerin temerküz kamplarında toplanıp soykırım uygulanması ve işgal altındaki topraklarda yaşayan halkların geniş bir köle/emek imparatorluğuna dönüştürülmesi işiydi. Sayıları 2. Dünya Savaşı'nda gereksizce 39 tümene kadar çıkan ve düzenli orduyla birlikte seçkin savaş birlikleri olarak görev yapan Verfügungstruppen (Hazır Birlikler) cephelerde savaşmaktaydı. SS mensupları kendileri dışındaki insanlara acıma hissini körelten bir eğitime tabi tutulurlardı. Onların “erdemleri” Hitler’e mutlak itaat ve sadakatleriydi: “Onurun senin sadakatindir.” SS, 2. Dünya Savaşı boyunca siyasi muhalifler, Yahudiler, Çingeneler, Polonyalı liderler, komünist otoriteler, partizan direnişçiler ve Rus savaş esirleri başta olmak üzere sayısız infazlar gerçekleştirdi. Nazi Almanyası’nın savaşı kaybetmesinin ardından SS, 1946'da Nürnberg'deki insanlık suçunun yargılanması sırasında Mahkeme tarafından suç örgütü ilan edildi.

F

Stefan Ossowiecki

1877-1944 yılları arasında yaşamış Avrupa'nın en yetkin medyumlarından biri olarak kabul edilen Stefan Ossowiecki Polonyalı bir mühendisti. İddiaları Fransız parapsikolog Gustav Geley ve Ossowiecki'yi "medyumların en pozitifi" olarak adlandıran Nobel ödüllü fizyolog Charles Richet tarafından desteklenmiştir. Telekinezi ile başlayan yetenekleri yaşlandıkça telemetriye kaydı. Bilimsel yöntemlerle kayıt altına alınmış onlarca seansı mevcuttur. 1944 yılında yeteneklerinden bihaber Naziler tarafından kurşuna dizilmiştir.

F

Tapınak Şövalyeleri ya da Tapınakçılar

XII. yy. başlarında, Kudüs’te, Hugues de Payens tarafından kurulmuş, dinsel askerî tarikata bağlı şövalyeler. Kısa zamanda, Batılı prenslerin ve dinsel hiyerarşinin desteğini kazanmış, 1128’de toplanan Troyes Konsili’nde daha sonra ermiş ilan edilecek olan Bernard Clairvaux tarafından kuruluş nizamnamesi saptanmıştır. Bu kurallar silsilesi Ortaçağ kültürünün dogmalarına göre ayrı kalması gereken iki ülküyü, rahip ve şövalye ülküsünü birleştirmiştir. Bu olgu devrimsel bir nitelik taşımaktadır. Böylece Kudüs tapınağını ve bu topraklara ulaşımı sağlayan yolları koruma görevini üstlenmişlerdir. Tapınak Şövalyeleri birçok savaşta cesaretleriyle sivrilmişler, kiliseden sağladıkları ayrıcalıklarla zaman içinde alabildiğine zenginleşip güçlenmişlerdir. Bu durum çevrelerinde bir düşmanlık yaratmış, özellikle Kudüs’ün Müslümanlara geçmesinden sonra bu düşmanlık doruğa ulaşmıştır. Tapınakçı olma talebi yerine getirilmeyen ve Tapınakçılara büyük miktarda borcu bulunan Fransa Kralı Philippe Le Bel’in (Güzel Filip) Papa V. Clemens’e ısrarlı baskıları sonucu 1307 yılında Tapınakçılara karşı bir soruşturma açılması sağlanmış ve hemen hepsi tutuklanarak işkence altında korkunç suçlar işledikleri itiraf ettirilmiştir. Sayısız Tapınakçı işkence altında can vermiş ya da yakılmıştır. 1312’de V. Clemens, tarikatı resmen lağvetmiştir.

F

Toli

Genelde metalden yapılmış yuvarlak bir aynadır. Şaman’ın kıyafetine mümkün olduğu kadar çok toli takması istenen bir durumdur. Göğüs üzerinde olması önem taşır. Bu dünya ile öte âlem arasındaki sınırı simgeler. Ruhlar âlemine açılan bir pencere olarak kabul edilir. Bu sayede şamanın gözle görünmeyen varlıkları görebildiğine, kötü yer altı ruhlarını aynaya yansıtarak yok edebildiğine inanılır.

F

Umberto Eco

Umberto Eco (5 Ocak 1932 - 19 Şubat 2016) İtalyan roman yazarı, edebiyat eleştirmeni, filozof, Ortaçağ uzmanı tarihçi, estet, göstergebilimci bir akademisyendi. 1980 yılındaki tarihî bir gizem romanı olan Gülün Adı ile kurgusal göstergebilim ile İncil analizi, Ortaçağ araştırması ve edebi teoriyi birleştirdi.  Daha sonra Foucault Sarkacı ve Önceki Günün Adası dâhil olmak üzere diğer romanlarını yazdı. 2010 yılında piyasaya sürülen Prag Mezarlığı, İtalya'nın en çok satan listelerinde yer aldı. Bunun yanı sıra akademik metinler, çocuk kitapları ve makaleler yazdı. Eco: "Issız bir adaya düşmüş olsam yanıma hangi kitabı alacağımı soranlara şu yanıtı veriyorum: Telefon rehberi; rehberdeki isimlerle sonsuz öyküler yaratabilirim."

F

Vaftizci Yahya

Hristiyan dünyasında Hz. Yahya’ya çok farklı kişilikler yüklendiği açıktır. Harran Sabiîleri tarafından “Işık Peygamberi” olarak adlandırılan Yahya, Yahudi olmakla beraber sonradan ortodoks Yahudi görüşlerine karşı çıkarak gnostik Essene inançlarına yakın olan kendi inancını yaymaya başlamış ve bu nedenle Yahudi Sanhedrini tarafından bölgenin Roma valisi olan Herod Antipas’a şikâyet edilmiştir. Bunun üzerine yargılanarak çeşitli işkencelerden sonra başı kesilerek öldürülmüştür. Doğu Hristiyanları tarafından prodomos (müjdeci) lakabıyla çağrılır ve Hz. İsa’nın geleceğini önceden haber vermek üzere yeryüzüne gönderildiğine inanılır. Batı Hristiyanları ise Şeria ırmağında Hz. İsa’yı vaftiz etmesinden ötürü ona Baptista (Vaftizci) lakabını takmışlardır. Bütün hayatı boyunca maddi değerlerden uzak durmuş, bölgede dolaşarak vaazlar vermiştir.

F

Wolfgang Pauli

Wolfgang Pauli (25.04.1900 – 15.12.1958) Avusturya asıllı Nobel Fizik Ödülü sahibi İsviçreli fizikçidir. 1928'de Zürih Federal Politeknik okulunda teorik fizik profesörlüğüne tayin edildi. 1940'tan itibaren Princeton'da ders verdi ve 1946 yılında Zürih'e döndü. Heisenberg ile birlikte manyetik alanların kuantum teorisini kurdu ve Kopenhag okulunun en ileri, en ünlü temsilcilerinden biri oldu. Pauli ilkesi de denilen ünlü elektronun dışlanma ilkesini keşfettikten sonra 1931 yılında Enrico Fermi ile nötrinoların varlığını teorik olarak ispatladı. Pauli 1945 yılında Nobel Fizik ödülüne layık görüldü. Pauli ve C. G. Jung’un terapi ile başlayan ilişkileri daha sonra çok verimli bir bilimsel ilişkiye dönüşmüştür. Arkadaşları arasında çok iyi bilinen “özel yetenekleri” nedeniyle laboratuvarlara girmesi yasaklanmıştır. Manhattan Projesi’nde çalışmak istemesine rağmen bu özellikleri nedeniyle kabul edilmediği rivayet edilir. Bu “Pauli Etkisi” denen paranormal özellik pek çok tanık tarafından dile getirilmiştir. En bilinenlerinden biri şöyledir: Pauli, 1955 yılında Zürih Fizik Topluluğu’nda Özel İzafiyet Kuramı’nın keşfedilmesinin ellinci yıldönümünü kutlamak üzere Einstein hakkında bir konferans verecekti. Bunun öncesinde üç arkadaşı ile yemeğe çıkmışlardı. Yemekten sonra konferansa katılmak için her biri şahsi araçlarıyla ayrıldılar. İsviçreli genç bir fizikçi olan David Speiser, mobiletinin yakıtının az olduğunu fark edip benzincide durmak zorunda kaldı. Burada mobileti alev aldı. Yangını söndürmesine rağmen aracın tamamen kullanılmaz hâle geldiğini görüp konferansa yürüyerek gitmek zorunda kaldı. Diğer bir arkadaşı İsviçreli fizikçi Arman Thellung da yürümek zorunda kalmıştı çünkü motosikletinin her iki lastiği de patlamıştı. Tramvayla gidecek olan Ralph Kronig ise bu yolculuğu defalarca yapmış olmasına karşın inmesi gereken durağı kaçırmış ve konferansa yürümek zorunda kalmıştı.

Pauli 1958 yılında Max Planck ödülüne layık görüldükten hemen sonra pankreas kanserine yakalandı. Rotkreuz (Gül-Haç) hastanesindeki yatağında yatarken onu ziyarete giden son asistanı Charles Enz’i gördüğünde Pauli ona “Oda numarasını gördün mü?” diye sorar. Kafasını kapıya doğru çeviren Enz oda numarasının 137 olduğunu görüp dehşete kapılır. Charles Enz, Pauli’nin aynı gün kendisine bu odadan hiçbir zaman canlı çıkamayacağını düşündüğünü söylediğini aktarmıştır. Pauli bu odada 15 Aralık 1958 yılında yaşama veda etti. Son isteği Carl Gustav Jung ile son bir kere görüşmek olmuştur.

F

Zalmolxis

Zalmoxis, Salmoxis veya Samolxis olarak da anılmıştır. Yarı-mistik sosyal ve dini reformcu, peygamber-tanrı. Trakyalı Dacialılar onu tek gerçek Tanrı olarak görürdü. Gerçek yaşamıyla hakkındaki mitolojik betimleme ve özellikler fazlasıyla iç içedir. Zalmoxis, Pisagor gibi en bilge Yunanlılar arasında yaşamıştı ve İyon yaşamına ve Eleusis Gizemlerine inisiye olmuştu. Bir ziyafet salonu inşa etti ve şefleri ve yurttaşlarını bir ziyafette kabul etti. Ne misafirlerinin ne de onların torunlarının asla ölmeyeceğini, bunun yerine sonsuza kadar tam bir mutluluk içinde yaşayacakları bir yere gideceklerini öğretti. Daha sonra bir yer altı evi kazdı. Bittiğinde bu yer altı ikametgâhında üç yıl yaşayarak kayboldu. Trakyalılar onu özlediler ve ölmesinden korkarak ağladılar. Dördüncü yıl aralarına geri döndü ve böylece Zalmoxis'in onlara anlattıklarına inandılar. Platon, Charmides diyalogunda (satır 156 D - 157 B) Zalmoxis'in aynı zamanda bedeni ve ruhu (psişeyi) iyileştirmek için bütünsel bir yaklaşım benimseyen ve bu nedenle Platon tarafından kendi felsefi anlayışları için kullanılan harika bir doktor olduğunu söyler. Zalmoxis, mistik bir kült kurduğunu belirten Pisagor ile ilgilidir. Bu teori Eliade'nin çalışmasında bulunabilir.

karga karanlık gece büyük sır üstadı kitapları_edited.jpg

Büyük Sır Üstadı roman serisi

"Kitabı bitirdim. Türkçede böyle eser yok. (Bu zaten açık.) Tekrar bu kez defter tutarak okumam gerekiyor. Bana çok şey kattı ve dünyaya bakışımı değiştirdi." İhsan Oktay Anar

bottom of page