top of page

Tematik Sözlük

Burada istifadenize sunduğumuz “Tematik Sözlük” Büyük Sır Üstadı roman serisi içinde bulunan dipnotlardan yola çıkarak oluşturulan ve serinin her kitabının sonunda bulunan “Meraklısı için notlar” bölümünden derlenmiştir. Ayrıca metnin içinde geçen kavram ve kelimelerin kaynaklarını belirten kısaltmalar ilave edilmiştir. Bu kısaltmalar şunlardır: Alm. Almanca, Ana. Psi. Analitik Psikoloji, Ar. Arapça, Aram. Aramice, Far. Farsça, Fr. Fransızca, İbr. İbranice, İng. İngilizce, İsp. İspanyolca, İt. İtalyanca, Jap. Japonca, Lat. Latince, Moğ. Moğolca, Osm. T. Osmanlı Türkçesi, Psi. Psikoloji, Yun. Yunanca, Hint. Hintçe, Sans. Sanskritçe, Kelt. Keltçe, Çin. Çince.

A

Agnosticism

(İng.) Agnostisizm olarak dilimize geçmiştir. Bilinmezcilik ya da bilinemezcilik; teolojik anlamda Tanrı'nın varlığının ya da yokluğunun, bilimsel olarak da evrenin nereden türediğinin bilinmediğini veya bilinemeyeceğini ileri süren felsefi bir akımdır. Bu akımın takipçilerine agnostik veya bilinemezci denir. Agnostisizmin iki türü vardır. Zayıf agnostisizme göre hiç kimsenin Tanrı hakkında bir bilgisi yoktur, ancak bu belki bilinebilir; güçlü agnostisizme göre ise Tanrı hiçbir şekilde bilinemez. Agnostisizm genel olarak olaylara kuşkucu yaklaşır, kuşkucu sorular sorar ve yanıtları kuşku ile bulmaya çalışır. Agnostisizm, ateizm ile aynı şey değildir. Ateizm, Tanrı'nın var olmadığını veya var olamayacağını savunur. Buna rağmen, agnostisizm Tanrı'nın var olup olmadığının bilinmediğini veya asla bilinemeyeceğini savunur.

A

Aktif İmgelem

Analitik Psikoloji’nin kullandığı bu yöntem ile bilinçsiz içerikler bilinç kapsamına alınabilmektedir. Bunun için bireyin ruhunda kendini açığa vuran sembollerden yararlanılır. Sağaltım süresince, bilinçdışındaki içerikler sadece bilinç tarafından algılanmakla kalmayıp onlar üzerinde yönlendirmeler yapılarak farklılaşmaları amaçlanır. Böylelikle birey onlarla bütünleşir.

A

Albert Einstein

1879-1955 yılları arasında yaşamış olan Alman asıllı ABD'li fizikçi. 20. yüzyılın başlarında geliştirdiği teorileriyle Fizik bilimi üzerinde devrimci etkileri olmuştur. Teorileri yalnızca Newton fiziğinden değil, Öklid geometrisinden de kopuşu simgeler. Çalışmaları modern bilimi büyük ölçüde etkilemiştir. Çalışmaları üç bölüme ayrılabilir. Birincisi Newton mekaniğinin uygulanabildiği alanı kısıtlayan ve kütle ile enerjinin aynı tözün farklı tezahürleri olduğunu gösteren Özel Görecelik (1905); ikincisi hareket eden nesnelerin dört boyutlu bir evrene ait çekim teorisini veren Genel Görecelik (1916) ve en nihayetinde elektromanyetik kuvvet ile kütle çekimini aynı formülde birleştirmeye çalışan teori denemeleri. İlk iki teorinin geçerliliği atom fiziği ve astronomi alanında yapılan deneylerle çok başarılı bir biçimde kanıtlanmıştır. Einstein’ı sadece büyük bir bilim insanı olarak değerlendirmek yeterli değildir çünkü o aynı zamanda önemli bir düşünürdür. Kant, Hume ve Mach'tan etkilenen Einstein etik, toplum ve kültürle ilgili genel düşünceleri yanında, bir bilim felsefesi düşünürü olarak da ün kazanmıştır. Bütün hayatı boyunca büyük bir pasifist (savaş ve şiddet karşıtı) olmuştur. Tarihe mal olmuş pek çok özlü sözü bulunan Einstein atom ile ilgili olarak: "Ben atomu iyi bir şey için keşfettim ama insanlar atomla birbirlerini öldürüyorlar." demiştir.

A

Alfred Rosenberg

1934’ten itibaren Nazi partisinin bütün manevi ve ideolojik eğitim ve öğretim işlerinden sorumlu olmuştur. İlk kuruluş yıllarında partinin şef ideoloğu olarak görev almış ve hareketin filozofu olarak anılmıştır. Hitler’i iktidara hazırlayan etmenlerin en önemlilerindendir. Daha sonra özellikle SS’lerin siyasi kontrolü ele almaya başlamasıyla Himmler tarafından gözden düşürülmüş ve Hitler’in yakın çevresinden uzaklaştırılmıştır.

5

Allghoi khorkhoi

Moğolların ekseriyetle çöl kumunun altında yaşadığına inandıkları ve adını dahi ağızlarına almaktan korktukları dev bir solucan. Adını kullanmak zorunda kaldıkları zamanlarda ona allghoi khorkhoi (Moğolca: Олгой-Хорхой) yani bağırsak solucanı demektedirler. Bu canlının topraktan aniden çıkıp avlarını yeşile döndüren bir asit kustuğu ya da uzaktan elektrik boşalmasına benzer bir etki ile avını öldürdüğüne inanılmaktadır.

A

Altın Şafak Hermetik Cemiyeti

Hermetic Order of the Golden Dawn (İng.). Kuruluşu 1888 yılına dayanan okült ve maji pratikleri (kabala, astroloji, kadim Mısır büyüleri) yanı sıra mistik ve ezoterik öğretileri içeren İngiliz inisiyatik bir cemiyettir. Hermetik temelde olmasına rağmen üyeleri arasında Pagan, Gnostik, Yahudi ve Hristiyan inançlıları da bulunmaktaydı. En önemli isimleri Samuel MacGregor-Mathers, Aleister Crowley, A. E. Waite ve Israel Regardie’dir.

A

Analitik Psikoloji

İsviçreli psikiyatr Carl Gustav Jung’un kendi ruhbilim metodunu Sigmund Freud’un psikanaliz ekolünden ayırt etmek için kullandığı ad. Jung Psikolojisi veya Derinlikler Psikolojisi de denir. Analitik Psikoloji ile Freud’un psikanalizi arasındaki temel görüş ayrılığı libidonun niteliği ile ilgilidir. Freud’a göre libido cinsel ağırlıklı bir kavram iken Jung kavrama çok daha geniş bir perspektiften yaklaşmıştır. Jung libidoyu sadece cinsellikle sınırlamaktansa genel olarak tüm hayati faaliyetleri kapsayacak şekilde bir nevi “hayat enerjisi” olarak görmekteydi. Jung libidonun sadece cinsellikle sınırlı kalmasını hiçbir zaman kabullenememiş, cinselliğin Freud tarafından neredeyse bir dogma gibi tek gerçek olarak sunulmasından rahatsız olmuş ve sonunda bu nedenle araları fikrî olarak açılmıştır. Fakat asıl kopmaya neden olan şey Jung’un bilinçdışı kavramına üçüncü bir boyut, kolektif bilinçdışı kavramını eklemesidir. 1912 yılında yayınladığı “Bilinçdışının Psikolojisi” kitabında Jung, psişe kavramını “bilinç – kişisel bilinçdışı – kolektif bilinçdışı” olarak sınıflandırdıktan sonra psikanaliz ekolü ile tamamen koparak kendi ekolünü kurmuştur. Analitik Psikoloji davranış ve uyumu yöneten ruhsal süreçlerin bilinçdışında bulunduğunu savunur.

A

Anima ve Animus

Analitik Psikoloji’de kişisel kompleksler. Aynı zamanda bir erkeğin bilinçdışı dişil doğasını ve bir kadının bilinçdışı eril doğasını simgeleyen arketiplerin kişileştirilmesidir. Anima erkeğin bilinçdışı kalmış dişil yanı iken Animus kadının bilinçdışı kalmış eril yanıdır. Bu çift cinsellik biyolojik bir gerçekliktir ve dişi ya da erkek olmak buna karar veren genlerin sayısına bağlıdır. Çekinik kalan genler, karşıt bir kişilik oluştururlar ve bu durum bilinçdışı kalır. İnsan davranışını düzenledikleri için en etkin iki arketip bunlardır. Projeksiyon (yansıtma) mekanizmasından sorumludurlar. Aynı gölge arketipi gibi bunlar da bilinçdışı olduğundan, daima bilinçsiz olarak karşı cinse yansıtılır. Anima/Animus yansıtması potansiyel eşinde karşılık bulur ve bu durum, kişiye diğer yarısını bulmuş olduğu duygusunu yaşatarak kendini tamamlanmış hissetmesini sağlar. İlk görüşte aşk fenomeni kaynağını bu yansıtmalardan bulmaktadır. C.G. Jung: "Her erkek, içinde, o ya da bu kadına ait olmayan sonsuz bir kadın imgesi taşır. Bu imge özünde bilinçdışıdır ve erkeğin organik sistemindeki asıl kadın biçiminin, yani bir arketipin, kalıtımsal bir öğesidir. Bu asıl imge, kadınlığın tüm atasal deneyimlerinin ve o güne dek kadınlığın bıraktığı izlerin bir birikiminden oluşur. İmge bilinçdışı olduğu için sevilene bilinçsizce yansıtılır. Tutkuya ya da nefrete neden olan budur."

Anima erkeğin ruhu olarak işlev görürken, kadının animusu bilinçdışı bir akıl gibi davranır. Buna bağlı olarak animus “Baba Logos”, anima “Anne Eros” ilkesinin doğada temsil edilen tipik özelliklerine uygun davranır. Bunlar anima için nezaket, hassasiyet, sabır, alıcılık, doğaya yakınlık, affetmeye hazır olmak, animus içinse kendine güven, kontrol etme isteği, sorumluluk almak ve savaşçı ruh özellikleri olarak sayılabilir. Her arketip gibi anima ve animusun da aydınlık ve karanlık yönleri mevcuttur. Bu nedenle hayatın değişik evrelerinde bireyin anima ve animus ile olan ilişkisi onun hayatı yaşama kalitesini etkiler.

Genç insanlar, animanın tamamen kaybedilmesi durumunda dahi bu dönemi yaralanmadan atlatabilirler çünkü hayatlarının bu döneminde mesela bir erkek için önemli olan tek şey erkek olmaktır. Ancak, hayatın ortasından sonra animanın kalıcı olarak kaybı, erkeğin canlılığını yitirmesi, esnek olamaması ve insanlara karşı nezaket eksikliği anlamına gelir. Bunun sonuçları bir erkekte zamansız sertlik (anlayışsızlık), huysuzluk, basmakalıp davranış, fanatik tek taraflılık, inatçılık, küfürlü davranış veya teslimiyet, bezginlik, pasaklılık, sorumsuzluk ve nihayet alkol alma eğilimi olarak kendini gösterir. Anima, rüyalarda, baştan çıkarıcıdan manevi rehberliğe kadar değişen dişil imgelerle kişileştirilir. Bu Eros prensibi ile ilişkili olduğundan, bir erkeğin anima gelişimi kadınlarla nasıl ilişki kurduğuna yansır.

Animusun karanlık yönlerini kavrayamayan kadın, kendini klişe fikirler, genellemeler, acımasız eleştiriler ve mutlak hakikati bildiği iddiasına dayanan önyargılar içinde bocalarken bulabilir. Bu da sonuç olarak kadının kendisini istemsizce eleştirerek değersizleştirmesine ve kendine büyük bir güvensizlik duymasına neden olur. Bu olgu kadının yaratıcılığını da elinden alır çünkü ne zaman yaratıcı bir fikir aklına gelse bilinçdışından gelen -o fikri neden hayata geçiremeyeceği konusunda- sayısız negatif hislere kapılır. Animus tarafından ele geçirilmiş bir kadın her zaman dişiliğini kaybetme tehlikesiyle karşı karşıyadır.

A

Axis Mundi

(Lat.) Dünyanın Ekseni. Şamanizm’e göre evren üç kozmik bölge; gök, yeryüzü ve yer altından oluşur. Bu bölgeler merkezlerinden geçen bir eksenle yani ‘Axis Mundi’ ile birbirlerine bağlıdır. Tanrılar yeryüzüne, ölüler de yer altına bu eksenin geçtiği deliklerden indikleri gibi şamanlar da göğe veya yer altına yaptıkları mistik yolculuklarda bu geçidi kullanırlar. Yoga ve Tai Chi gibi disiplinler de insan vücudunu Axis Mundi kabul ederler. Buddha, bilgiyi elde etmek için oturduğu Bodhi Ağacı'yla birlikte Axis Mundi’yi temsil eder. L’Uomo Vitruviano olarak bilinen Leonardo da Vinci'nin eseri de insan biçiminin dünya ekseni olarak sembolik ve matematiksel bir ifadesidir. Analitik Psikoloji’de Axis Mundi ile Anima Mundi (Dünyanın Ruhu) fikri, merkezi "Benlik" (Self) olan kolektif bilinçdışı ile örtüşür.

A

Appollonius

Tyanalı Apollonius o tarihte Roma İmparatorluğu sınırları içinde kalan Niğde’nin Kemerhisar (Tyana) köyünde milattan hemen sonra bir tarihte doğmuş, Hz. İsa’nın çağdaşı Neo-Pisagorcu bir filozof ve şifacıdır. Öğretisi Pagan, Mithraik ve Hermetist öğeler barındırır. Sayıların ve geometrinin sırlarına vâkıf olduğuna inanılır. Biyografisi İmparatoriçe Julia Domna’nın isteği ve desteğiyle sofist Philostratus tarafından kaleme alınmış ve M.S. 220 civarında tamamlanarak Roma arşivlerine girmiştir. Anadolu’nun Hristiyanlaştırılması sırasında İmparator Büyük Konstantin tarafından M.S. 325'te toplanan İznik Konsili’nde hakkında yazılmış tüm kitaplarının yakılmasına, büstlerinin kırılmasına ve mabetlerinin yıkılmasına karar verilmiştir. Hz. İsa’ya atfedilen mucizelerin asıl müsebbibi olduğu değişik araştırmacılarca iddia edilmiştir.

A

Arketip ve Psikoid Arketip

C. G. Jung’un psikoloji dünyasına kazandırdığı arketip terimi, Analitik Psikoloji terminolojisinde, algılamamızı yönlendiren, bilinç içeriklerini etkileyen, değiştiren ve geliştiren bilinçdışı psişik yapılar olarak anlaşılmaktadır.  Jung, psikolojisini kurduğu yıllarda bilinçdışından bilince çıkan mitolojik imgelere “başlangıçtan beri var olan imgeler” ve “bilinçdışının hâkimleri” demekteydi. Daha sonra, Aziz Augustine’in “ideae principales” kavramından esinlenerek, “arketipler” adını kullanmayı tercih etmiştir. Jung psişeyi bilinç ve bilinçdışı olarak, bilinçdışını ise kişisel bilinçdışı ve kolektif bilinçdışı olarak ikiye ayırır. Arketipler kolektif bilinçdışının çekirdek yapıları olarak kabul edilir. Kolektif bilinçdışı, bu arketipsel psişik yapılar vasıtası ile, kalıtsal olarak her insanda doğuştan var olan ve içeriği ilk insandan bu yana yaşanan psişik aktivitenin oluşturduğu (korku, tehlike, üstün olana karşı mücadele, cinsellik, doğum, ölüm, sevgi, vb.) deneyimlerden teşekkül etmiştir. Kolektif bilinçdışını oluşturan bu içerikler tarafsız ve etkisizdirler. İyi ya da kötü olmadıkları gibi, hiçbir dış uyarandan etkilenmezler. Sadece bilinçle temas ettiklerinde bir kuvvet kazanırlar. Bu özelliklerine bağlı olarak Jung kolektif bilinçdışını “objektif psişe” olarak da adlandırmıştır. Arketipler kendilerine has bir davranış biçimleri olmamakla birlikte davranışlarımız üzerinde “düzenleyici bir ilke” rolünü üstlenirler. İşleyişleri Freud’un psikanalizindeki içgüdülerin işleyişine yakındır. Jung’a göre, evrensel olan ve farklı tezahürlerde belirebilen arketipler, bir deneyimle harekete geçirildiklerinde, yani tetiklendiklerinde, bireyin içinde yaşadığı kültür ya da diğer faktörlerden etkilenerek fiziki dünyada etki yaratırlar. Tetiklenmeyen dolayısıyla harekete geçmeyen bir arketip bilinçdışı olduğundan algılanamaz. Her arketip ayrı bir psişik niteliği temsil ettiğinden, onun harekete geçmesi bilinçdışında potansiyel olarak bulunan psişik niteliklerin de aktive olması anlamı taşır. Her arketip içinde karşıt çiftini barındırır. Yani aydınlık ve karanlık olarak iki yüzünden biri ile tezahür edebilir. Buna en iyi örnek, anne arketipinin “sevecen anne” (Meryem Ana) olarak ortaya çıkabildiği gibi “korkunç anne” (Kali) olarak da belirebilmesidir. Her arketipin dişil ve eril psişede farklı görünüşleri ve işlevleri olabilir. Örnek olarak bilinçdışı ile egonun iletişiminden sorumlu olan sosyalleşme arketipi kadında Animus, erkekte ise Anima olarak belirir. Jung yaşamının son yıllarında, hayat boyu biriktirdiği tecrübelerin ışığında, arketiplerin psişik plana ait oldukları kadar fiziksel dünyaya da ait olduklarını anladığını belirterek onlara “psikoid arketip” demeye başlamıştır. Bu, arketipin psişe ile madde arasında henüz tanımlayamadığımız bir ilişki oluşturduğunu ve arketiplerin ruh ile madde arasında bir nevi köprü vazifesi gördüğü saptamasına dayanır. Buna rağmen Jung, arketipin gerçek doğasının bilinçli hâle getirilemeyeceğini savunmuştur. Sadece bu nedenle, psikoid arketip önermesi ile bilimsel olanın sınırlarına dayandığını, daha fazla konuşmasının deneyüstünün alanına gireceğini ve ampirik bir bilim insanı olarak bunu yapmasının mümkün olmadığını beyan etmiştir.

A

Arnold Sommerfeld

(05.12.1868 – 26.04.1951) Atom ve kuantum fiziğindeki gelişmelere öncülük eden ve aynı zamanda yeni teorik fizik çağı için çok sayıda öğrenci yetiştirmiş Alman bir teorik fizikçiydi. Fizik ve kimya alanında ileride Nobel Ödülü kazanacak olan ve aralarında Werner Heisenberg ve Wolfgang Pauli’nin de bulunduğu pek çok fizikçiye doktora danışmanlığı (mentorluk) yaptı. İkinci kuantum sayısını (azimut kuantum sayısı), dördüncü kuantum sayısını (spin kuantum sayısı), bu kitapta uzunca bahsi geçen ince yapı sabitini ve öncü X-ışını dalga teorisini ona borçluyuz. Nobel Ödülü'ne herkesten çok, 84 kez aday gösterildi ancak hiç kazanamadı.

B

Baruch Spinoza

(24.11.1632 – 21.02.1677) Portekizli Sefarad kökenli bir Yahudi ailede büyümüş Hollandalı bir filozoftur. Aydınlanmayı temel alan düşüncelerin etkisinde, modern teoloji eleştirisi üzerinden yaradılışla ilgili modern anlayışlar geliştirmesi sebebiyle 17. yüzyıl felsefesinin rasyonalist liderlerinden biri olarak kabul edilmiştir. René Descartes ile birlikte Hollanda Altın Çağı’nın önde gelen bir felsefi figürüydü. Tevrat’ın doğruluğu ve Tanrı’nın doğası hakkında yaşadığı çağda oldukça tartışmalı kabul edilen fikirler geliştirdi. Yahudi dinî otorite tarafından 23 yaşında iken Yahudi toplumundan dışlandı ve daha sonra kitapları yasaklandı. Spinoza sadece büyük bir felsefeci değil aynı zamanda ehil bir cam ustasıydı. Huygens kardeşler ile mikroskop ve teleskoplar için lens tasarımları üzerinde iş birliği yaparak optik mercek öğütücüsü mesleğini ifa edebileceği basit bir yaşam sürdü. Prestijli öğretim pozisyonları da dâhil olmak üzere hayatı boyunca bütün ödül ve payeleri reddetti. 1677'de 44 yaşındayken, lensleri taşlarken ince cam tozunu solumasıyla kaptığı tüberküloz veya silikoz nedeniyle ağır akciğer hastalığından öldü. Spinoza'nın Magnum Opus'u Ethica, öldüğü yıl ve ölümünden sonra yayınlandı. Eser, Descartes'in ruh-beden düalizmi felsefesine karşı çıktı ve onun Batı felsefesinin en önemli düşünürlerinden biri olarak tanınmasını sağladı. Bu yapıt Latince yazılmış son başyapıt olarak kabul edilmiştir. Hegel, “Spinoza'nın modern felsefede bir test noktası hâline geldiği söylenebilecek bir gerçektir: Siz ya bir Spinozacısınız ya da bir filozof değilsiniz.” demiştir. Felsefi başarıları yanı sıra ahlaki karakteri, büyük filozof Deleuze’ün onu "filozofların prensi" olarak adlandırmasına neden olmuştur.

B

Basilius Valentinus

15. yüzyılda yaşamış bir simyacı ve filozofun takma adı olup, muhtemelen Almanya'da bulunan Erfurt kentindeki Saint Peter Benediktin Manastırı keşişlerinden biriydi. Gerçek adı ve kim olduğu bilinmemektedir. Her kimse, Basilius Valentinus önemli bir kimya bilgisine sahipti. Amonyağın, amonyum klorür ile alkali etkileşiminden elde edilebileceğini bildiğini, bilinen ev tuzu ile asitleştirilerek hidroklorik asit üretimini tarif ettiğini ve diğerlerinin yanı sıra sülfürik asit yağı ürettiğini bilmekteyiz. Ona atfedilen “Basilius Valentinus’un 12 Anahtarı”, ilk olarak 1599'da basılmış bir simya kitabıdır. On iki kısa paragrafta (anahtarda) felsefe taşına erişmek için atılması gereken adımları alegorik olarak anlatan kitabın her bölümü sembolik kod adlar vasıtasıyla değişmesi gereken içerikleri gösterse de imgelemle asıl gerçek gizlenmek istendiğinden kitabı sadece en bilgili üstatların anlayıp yorumlaması mümkün olmaktadır.

B

Bâtıni

(Ar.), Esoterisme (Fr.)  İçrek anlamındadır. Asıl gerçeklere, bunları anlayabilecek yetenek ve bilgiye sahip çok az sayıda kimsenin erişebileceği görüşünü ifade eder. Genel olarak kutsal kitapların açık anlamından çok gizli anlamlarını yorumlayan ve bu yorumları gerçek sayan Doğu mistiklerinin felsefi öğretisidir. Tarihi insanın varoluşu kadar eskidir. Kadim Mısır'dan başlayarak Yahudi, Zerdüşt, Pisagor, Platon, Hristiyan, Mani inanışlarına kaynaklık etmiştir. Tüm bâtıni doktrinlerin amacı, insan kardeşliğini sağlamak, mal ortaklığını gerçekleştirmek, özel mülkiyeti ve toplumsal sınıfları ortadan kaldırmaktır. Pitagoras, öğrencilerini Esoterikos (Yun. İçrek) ve Exoterikos (Yun. Dışrak) diye ikiye ayırmış ve gizli öğretisini ancak ilk gruptakilere vermiştir. Hristiyan ve İslam bâtıniliği dinsel dogmaları yadsıyan bir duruş ile özdeşleşmiştir. Yahudi inanışında Kabala; Hristiyan inanışında Hermetisizm, Simyacılar, Basilidians, Mandeanizm, Maniheizm, Sabiîler, Ophites, Bogomilizm, Katharlar, Templierler, Gül-Haçlar akım ve örgütlenmeleri içinde hayat bulmuştur. İslam inanışında ise Şii mezhebiyle bütünleşmiştir. Türk İslam kültüründe yer alan Mutezile, İhvân’us-Safâ, İsmaililik, Yesevilik, Ahilik, Mevlevilik, Anadolu Aleviliği, Haydarilik, Kalenderilik, Babailik, Bedreddinilik, Bektaşilik, Hurifilik öğretileri bâtınilikten türemişlerdir.

B

Benlik

Analitik Psikoloji’de bütünlük arketipi ve psişenin düzenleyici merkezi. Bilincin algısını aşan transpersonel bir güç. Bir düzen arketipi olarak tarih boyunca pek çok sanat eseri, masal ve hikâyede daire, kare, dörtlü şekilleriyle ve/veya mandala içeriklerinde vücut bulmuştur. Benlik yalnızca merkez değil, aynı zamanda hem bilinçli hem de bilinçdışını kucaklayan tüm çevredir; egonun bilincin merkezi olması gibi, o da bu bütünlüğün merkezidir. Tüm arketipler gibi, benliğin de temel doğası bilinemez, ancak tezahürleri mit, masal ve efsanelerin içeriğinde belirir. Benlik rüyalarda, mitlerde ve masallarda kral, kahraman, peygamber, kurtarıcı gibi "üstün kişilik" imgeleri olarak görünür. Kutsal şekillerden daire, kare haç ya da “Quadratura Circuli” -Dairenin Kareleştirilmesi- benliğin en bilinen sembolleridir. Bir Complexio, Oppositorum ya da “Karşıtların Birliğini” temsil ettiğinde genellikle karşıt çiftleri görünümüne girer. Örnek olarak TAO’nun çiftleri Yin ve Yang, düşman kardeşler Habil ile Kabil veya kahraman ile düşmanı Faust ve Mefistoteles sayılabilir. Bu nedenle, ampirik olarak benlik, karşıtların birleştiği bir bütünlük içinde süregelen bir ışık ve gölge oyunu olarak kendini gösterir. Benlik deneyimleri, dinî vahiylerin numinosum özelliğine sahiptir. Bu nedenle Jung, deneyimsel, psikolojik bir gerçeklik olarak benlik ile geleneksel yüce tanrı kavramı arasında esaslı bir fark olmadığına inanıyordu. Bu nedenle Benlik arketipinin "İçimizdeki Tanrı" olarak da adlandırılabileceğini söylemiştir.

B

Bilinç ve bilinçlilik

Psişik içeriklerin Ego ile olan ilişkisini sağlayan fonksiyondur. İçsel ve dışsal dünya ile olan tüm deneyimlerin algılanabilmesi için egonun süzgecinden geçmesi zorunlu olup aksi durumda bu deneyimler bilinçdışı kalmaktadır. Psişenin bizim farkında olduğumuz bölümüdür. Son bulgular Ego’nun doğumla birlikte bilinçdışından oluştuğunu ve çevreden toplanan uyarılarla sürekli gelişip genişlediğini göstermiştir. Analitik Psikoloji’de bilincin dört temel fonksiyonu vardır. Bunlar düşünme, duyumsama, hissetme ve sezgidir. Bir şeyin var olup olmadığını bize duyularımız söyler. Düşünce onun ne olduğunu anlamamıza, duygu hoş bir şey olup olmadığını belirlememize, sezgi ise onun nereden gelip nereye gittiğini anlamamıza yarar. C.G. Jung: "Bilinçli olmanın aslında ne anlama geldiğini düşündüğümüzde, kozmosta olan bir olgunun eş zamanda içsel bir imge ürettiğini ve o olgunun bilincimizde de oluştuğunu anlar ve çok şaşarız. Bilinç kendini yaratmaz. Bilinmeyen derinliklerden kaynaklanır. Çocuklukta giderek uyanır ve yaşadığımız sürece her sabah, bilinçdışı bir durum olan uykunun derinlerinden çıkıp uyanır. Bilinçdışının asıl rahminden her gün yeniden doğan bir çocuk gibidir."

B

Bilinçdışı

C.G. Jung: "Kuramsal bağlamda bilinç alanına sınır konamaz çünkü sonu belli olmayan bir sürece dönüşme kapasitesi vardır. Oysa deneysel bağlamda, bilinmeyenle karşılaştığında sınırına ulaşmış olur. Bilinmeyen, bilmediğimiz ve bu nedenle bilinç alanının merkezi olan egoyla bağlantısının olamayacağı her şey demektir. İki tür bilinmeyen vardır. Birincisi, dışsal olduğu için duyu yoluyla denenir, ikincisi de hemen o anda deneyimlerinden geçtiğimiz içsel bilinmezlerdir. Birinci grup dış dünyadaki, ikincisi de iç dünyadaki bilinmezleri içerir. Biz bu ikinci gruba bilinçdışı adını veriyoruz." Zihinsel kimlik çok büyük oranda bilinçdışından, küçük bir oranda da bilinçten oluşur.

Kişisel Bilinçdışı: Bilinçdışının bilince en yakın katmanı olup yaşanmış tüm anıların depolandığı psişenin bir katmanıdır. Yaşanmış hiçbir şey unutulmadığı gibi bu katmana istemsizce kaydedilir. Bu kayıtlar bastırılmış ya da önemsiz varsayıldıkları için hatırlanmayabilir. Kişisel bilinçdışı bireyseldir. Anılardan, arzulardan, dürtülerden, silik algılardan ve unutulmuş deneyimlerden oluşur. Bu bilinçdışı seviyesi çok derin değildir ve içerikleri kolaylıkla bilinç seviyesine getirilebilir. Komplekslerin oluştuğu ve geliştiği katman olarak kabul edilmiştir.

Kolektif Bilinçdışı: Jung Psikolojisinin Freud’un psikanalizinden ayrılmasında ana etken, Jung’un bilinçdışı kavramına yeni bir boyut eklemesi olmuştur. Kişisel bilinçdışından daha dirimsel bir güç olduğunu düşündüğü bu yapısal katmanı Jung ‘Kolektif Bilinçdışı’ olarak adlandırmıştır. Jung’un kolektif bilinçdışı teorisi, kişisel deneyimler temelinde açıklanamayan ve aynı anda her kültürde insanların ruhunda beliren psikolojik fenomenlerin yaygınlığından türemiştir. Burası, kişisel bilinçdışından farklı olarak biyolojik ve psişik anlamda kalıtsal unsurlar içerir ve insanlığın evriminin tüm manevi mirasını kapsadığı gibi her bireyin doğumuyla birlikte beyin yapısında yeniden hayat bulur. C. G. Jung: “Hakkında bir şey söyleyemeyeceğimiz gerçeğiyle birlikte, gördüğümüz kadarıyla kolektif bilinçdışının içeriği tüm kültürlerin ortak mirasını oluşturan mitolojik motiflerden ya da ilkel imgelerden oluşmaktadır. Aslında, mitolojinin tamamı kolektif bilinçdışının bir projeksiyonu (yansıtması) olarak ele alınabilir.” Jung’un bu saptamasına uygun olarak, Analitik Psikoloji’de kolektif bilinçdışının rüyalarda ve/veya mitolojide vücut bulmuş içerikleri bireyin terapisi için kullanılmaktadır.

B

Bireyleşme

Individuation (İng.). Bütünleşme, tamlaşma olarak anlaşılmalıdır. Analitik Psikoloji’de bireysel kişiliğin gelişimini hedefleyen psikolojik farklılaşma sürecidir. C. G. Jung: "Bu terimi bir insanın psikolojik bağlamda bölünmeze dönüştüğü süreç anlamında kullanıyorum."

Bireyleşmenin amacı, öncelikle egoyu etrafını saran sahte maskelerden soyutlamak ardından bilinçdışının ilkel imgelerinin (arketiplerin) akla müdahale eden güçlerine karşı farkındalığı arttırmaktır. Bu yol önce arketipsel gölge bilgisine ardından arketipsel anima/animus bilgisine ulaşmaktan geçer. En son amaç Benlik arketipine (self) ulaşabilmektir. Ciddiyetle yürütülen bir bireyleşme süreci sonunda Benlik arketipinin egodan çok daha önemli bir psişik gerçeklik olduğu kavranır. Sırf bu nedenle bile bireyleşme bilinçli hâle gelmekten öte bir şeydir. C. G. Jung: “Bireyleşme çabasının nihai amacı Benlik arketipinin sentezidir. Bütünleşmenin ya da bireyselleşmenin egonun bilince yükselmesi anlamında kullanılmasının yanlış olduğunun altını sayısız kez çizdim. Ego, Benlik ile özdeşleştirildiğinde ortaya umarsız bir kavram kargaşası çıkıyor ve bireyselleşme benmerkezci ve otoerotik olarak anlaşılıyor. Benlik yalnızca ego demek değildir. Bireysellik bir insanı dış dünyadan koparmaz, tersine, bütünleşmiş insan dünyayı kendinde toplar."      C. G. Jung’a göre hiç kimse bireyleşmeyi tamamen başaramaz. Her ne kadar hedef Benlik ile ego arasında işleyen bir ilişki tesis ederek tamlığa ulaşmak ise de bireyleşme çabasının asıl değeri yol boyunca yaşananlardır. Hedef yalnızca bir fikir olarak önemlidir. Asıl kıymetli olan şey bireyin hayat amacı olan hedefe yürürken yarattığı (Simyacıların Magnum Opus olarak adlandırdığı) büyük eserdir.  

B

Blaise Pascal

(19.06.1623 – 19.08.1662) Fransız bir matematikçi, fizikçi, mucit, yazar ve Katolik teolog idi. Bir çocuk dâhiydi. Daha delikanlı iken mekanik hesaplama makineleri konusunda öncü çalışmalar başlattı. Üç yıl süren çaba ve 50 prototipten sonra, takip eden 10 yıl boyunca daha sonra Pascalinler olarak adlandırılan 20 bitmiş makine imal etti. Bu onu mekanik hesap makinesinin ilk mucidi yapmaktadır. 1646 yılında Jansenism olarak bilinen Katolik dinî hareketle özdeşleşti. 23.11.1654 günü, gece 22.30 – 00.30 arası yaşadığı uhrevi deneyimin ardından felsefe ve teoloji üzerine etkili çalışmalar yazmaya başladı. En ünlü iki eseri bu döneme aittir: Kırsaldan Mektuplar ve Düşünceler. Fransız Edebiyatı’nın klasik döneminin en önemli yazarlarından biri olarak kabul edilir ve bugün dahi Fransız düzyazısının en büyük ustalarından biri olarak okunmaktadır. Taşlamayı ve ince esprileri kullanım biçimi daha sonraki polemikçileri etkilemiştir. Aynı yıl aritmetik üçgen üzerine önemli bir tez yazmıştır. 1658 yılından sonra katıların hacminin hesaplanmasında sikloidin kullanımı üzerine yazmıştır. Ancak matematiğe yaptığı en etkileyici katkı olasılık kuramını geliştirmesi olmuştur. Kuramını ilk olarak kumar oynarken sınadığı bilinmektedir. Günümüzde ekonomi alanında, özellikle sigortacılık hesaplamalarında (aktüerya) çok önemli bir yer kaplamaktadır. Pascal, özellikle 18 yaşından sonra kötüleşmeye başlayan sağlık sorunlarıyla bütün hayatı boyunca mücadele etmiştir. 39 yaşına bastıktan sadece iki ay sonra hayata gözlerini yummuştur. Pascal’ın bilime katkılarının şerefine Pascal adı basınç birimine, bir yazılım diline ve hidrostatikte önemli bir kural olan Pascal Kuralı’na verilmiştir. Ayrıca yukarıda bahsedildiği gibi Pascal üçgeni ve Pascal’ın kumarı da hâlâ onun adını taşımaktadır.

B

Bogomiller

Ortaçağ'da bugünkü Bulgaristan'da ortaya çıkıp Avrupa’nın doğu ve batısında hızla yayılmış Gnostik bir dinî akımdır. Kurucusu Bogomil (Slavca Tanrı’nın sevdiği) adlı bir köy papazıdır. Akımın mensupları kendilerini gerçek Hristiyan olarak nitelendirmekteydi. Roma Kilisesi’nin dogmatiğine (teslise, İsa'nın Tanrı'nın oğlu olduğuna, Haç gibi dinî sembollere) inanmadıkları gibi kilise hiyerarşisine ve Papalık otoritesine de karşıydılar. Bogomiller bu özelliklerinden dolayı Ortaçağ boyunca Papalığın büyük tepkisiyle karşılaştılar, engizisyon mahkemelerinde ölüme mahkûm edildiler. Birçoğu işkenceye uğradı ve sürgün edildi. Bogomillerin kalesi 13. yüzyıl boyunca Bosna-Hersek olmuştur. Etkinlikleri Balkanlar’ın 15. yüzyılda Osmanlı tarafından fethine kadar sürmüştür. Bu tarihten sonra kitleler hâlinde İslam dinine geçmişlerdir.

B

Büyük Birleşik Kuram

Her Şeyin Kuramı da denir. Dört temel kuvvetin etkileşimi için gerekli olan değiş tokuş bozonlarını, her bir etkileşim türü için farklı özellikleri ile sınıflandırmaya dâhil eden standart modelin ortak bir çatı altında toplanabileceği fikrinden temel bulmuştur. 20. yüzyıl boyunca kuramsal fizikçiler evrendeki her şeyi açıklayabilecek birçok kuram önermelerine rağmen, Genel İzafiyet Teorisi ve Kuantum Mekaniği’nin birleştirilmesindeki zorluklar nedeniyle bunların hiçbirisi başarılı olamamıştır.

C

Carl Gustav Jung

02.06.1875 ile 06.06.1961 tarihleri arasında yaşamış Analitik Psikoloji’nin kurucu babası İsviçreli psikolog ve psikiyatristtir. Jung, kişilik tipolojileri, kolektif bilinçdışı ve arketipler kavramlarını önerdi ve geliştirdi. Çalışmaları psikiyatri, din, edebiyatla birlikte çok daha geniş disiplinlerde etkili olmuştur. Jung, 1907'de Freud ile tanıştırıldı. Freud, Jung'dan hemen etkilenecek ve onu Yahudi olmadığı için psikanalizin hayatta kalmasını sağlayacak olan manevi oğlu olarak görecekti. Jung da ondan yaşlı olan Freud’da erken kaybettiği babasını bulunca yoğun profesyonel ve arkadaşlık bağları oluştu. Jung, psikanaliz hiyerarşisinde hızlı bir yükseliş yaşadı. Jahrbuch'un editörü oldu. 1908 yılında Amerika Birleşik Devletleri'ne gitti ve 1910 yılında Uluslararası Psikanaliz Derneğinin ilk başkanı oldu. Cinselliğin psişik gelişimdeki rolüne abartılı bir önem atfetmesi nedeniyle Freud’un teorilerini hiçbir zaman tamamen benimseyemedi. 1912 yılından başlayarak yazılarında bu kavramdan giderek uzaklaştığı görülür. Bu uzaklaşma 1914 yılında sahip olduğu tüm pozisyonlardan istifa etmesiyle sonuçlanacak bir kopmaya kadar gitti. Bu kopmanın etkisiyle kişisel bir kargaşaya sürüklendikten sonra kendi okulunu kurdu ve çok sayıda öğrenciyi çekecek çok sayıda çalışma üretti. Jung, psikoseksüelliğin göz kamaştıran etkisinden tamamen sıyrılınca kendini maneviyat ve ezoterik bilim alanlarında buldu. Psikolojisinin amacı, Benlik’e ulaşma ve kolektif bilinçdışı arketiplerin (gölge, anima, animus) farkındalığının gerçekleşmesi olan “bireyleşme” sürecidir. Jung’un kolektif bilinçdışı ve arketipler konusunda geliştirdiği düşünceler bize insan ruhuna yeni bir perspektiften bakma imkânı tanımıştır. Jung’un rüyalara ilgili görüşleri ve rüyalarda beliren arketipsel imgelere yaklaşımı, bilinçdışını kavramamızda önemli bir derinlik yaratmıştır. Geliştirdiği tipoloji sistematiği günlük hayatımıza girmiş, bu temelde üretilen kişilik testleri özellikle işe alım prosedürlerinde vazgeçilmez hâle gelmiştir. Özellikle hastaya bakışı ve terapisi devrimsel niteliktedir. Kullandığı yöntemler arasında, rüya ve düşlemlerdeki sembolizmi anlamlandırma, arketipler arasındaki bağlantıları irdeleyerek sembollerin kapsamını arttırma, çağrışım testleri, çizim/resim/drama/yazı ile uygulanan aktif imgelem metodu (aktif düş gücü), ruhta dengeyi sağlamak için karşıtları dengeleme sayılabilir.

D

Dietrich Eckart

(23.03.1868 – 26.12.1923) Daha sonra NAZI - Nasyonal Sosyalist (NSDAP) partisine dönüşecek olan Deutsche Arbeiterpartei'nin (Alman İşçi Partisi, DAP) kurucularından biri olan Alman gazeteci, oyun yazarı, şair ve politikacıdır. Nazi Partisi'nin ilk yıllarında Adolf Hitler'i kilit bir şekilde etkiledi ve 1923 yılındaki Birahane Darbesi’ne katıldı. Hitler ve diğer parti yetkilileriyle birlikte tutuklandı ve Landsberg Hapishanesine yerleştirildi, ancak bundan kısa bir süre sonra hastalık nedeniyle serbest bırakıldı. Kısa bir süre sonra da öldü. Nazi döneminde büyük bir düşünür ve yazar statüsüne yükseldi.

D

Dörtlülük

Quaternité (Fr.) Katernite okunur. Analitik Psikoloji’de evrensel bir arketiptir. C.G. Jung: "Dörtlülük neredeyse evrensel bir arketip olarak bir yargının mantıksal temellerini oluşturur. Bir kişinin, bütünlüğü olan bir yargıya varabilmesi için bu dörtlü gerekir. Örneğin, bir ufku tümüyle betimleyebilmek için gökyüzünün dört yönüne de değinmeniz gerekir. Her zaman dört öğe, dört ana nitelik, dört renk vb. olduğu gibi ruhsal gelişmenin de dört yolu vardır. Bu nedenle psikolojik uyumun da dört açısı vardır. Uyum sağlayabilmemiz için bir şeyin orada olduğunu onaylayacak bir işleve (duyu), ne olduğunu saptamak için ikinci bir işleve (düşünme), kabul edip etmeyeceğimizi belirten üçüncü bir işleve (duygular) ve nereden gelip nereye gittiğini gösteren dördüncü bir işleve (sezgi) gereksinimimiz vardır. Bunlar olduktan sonra, söylenecek başka bir şey kalmaz. Yargıya varılmıştır. Bütünleşmenin ideali bir daire ya da küredir ama doğal minimal bölümü bir çeyrektir.

D

Druid

Kelt Rahibi ve veya Rahibeleri. Latincede “Druidae” şeklinde geçer. Bu sözcük hiçbir Kelt-Roma yazıtında bulunmadığı için orijinali bilinmemektedir. Galya dilinde “Druvis” ya da “Druvids” şeklinde olduğu tahmin edilmektedir. Eski İrlanda dilinde ise bu sözcük tekil olarak “Druí”, çoğul olarak “Druid” şeklindedir. Druid, Kelt çoktanrıcılığında antik Kelt topluluklarındaki rahip sınıfına verilen genel isimdir. Druid uygulamaları Yunanların "Keltoi" ve "Galatai", Romalıların "Gaul" dedikleri tüm yerli kabilelerin kültürünün bir parçasıydı. Druidler rahiplik, şifacılık, zehir-iksir yapımı ve büyü gibi görevleri üstlenmişlerdi. Druidler hakkında milat ile 235 yılı arasında yazılanlar her biri birkaç sayfadan ibaret ve Romalı coğrafyacı Strabo, Romalı Hippolytus, İskenderiyeli Clemens’in yanı sıra Diodorus, Plinius, Pomporius, Cicero ve Tacitus tarafından kaleme alınanlar ile sınırlıdır. Çağdaş Druidlerin sloganı “Desti – Kelenn – Unani”’dir. Sırasıyla Öğrenmek, Öğretmek, Birleşmek demektir. Simgeleri ise (III) dikey üç çizgi olup bu çizgiler Tanrı’ya inanma, insan yaşamına saygı ve barış anlamını taşımaktadır.

E

Ego

Analitik Psikoloji’de bir arketip olarak kabul edilir. Bilincin öznesidir. İnsanların bilinç alanının merkezini oluşturan ve yüksek derecede bir süreklilik ve kimliğe sahip anlatımlar ve fikirler bütünüdür. Ego psişenin içinde küçük bir yer tutar ama bilinç düzeyinde algılanan tüm duygu ve düşünceleri günlük yaşamımızı sürdürebilmemiz amacıyla filtreler. Geçmiş ile şu anı, düş ile gerçeği ayırt etmemizi sağlar. Algılama, hatırlama (anılar), duyumsama ve düşünme temel fonksiyonlarıdır.

E

Egzorsist

Görünmeyen bir varlığın etkisi altına girdiği sanılan kimseyi kötü kokuların, tütsü, tuz, takdis edilmiş su, kutsal ot gibi maddelerin ve dans öğesinin kullanıldığı ayinler, lanet okuma, küfürler ya da dua ve trans gibi yöntemlerle bu etkiden kurtarmaya çalışan kişiye verilen addır. Bu uygulamalar tarih boyunca, hemen hemen tüm kültürlerde ve birçok dinde (Budizm, Hinduizm, Şinto vs.) görülür. Bu uygulamaların çoğunda egzorsistin, transa geçerek görünmeyen varlıkla irtibat kurmaya çalışması söz konusudur. İrtibatın kurulması durumunda ise esas olarak iki yöntemden birine başvurulur: Ya musallat varlık, Afrika’daki Zarlar kültünde görüldüğü gibi, hasta üzerindeki hâkimiyetini sona erdirmesi için ikna edilmeye çalışılır ya da Şamanizm’de görüldüğü gibi, musallat varlık hastanın bedeninden zorla sökülüp atılır. Bu ikinci yöntemde şamanın musallat varlığı ele geçirebilecek derecede güçlü bir büyücü olması gerekmektedir.

E

Eşzamanlılık

Senkronisite ya da Eşzamanlılık, ilk olarak C. G. Jung tarafından tanımlanmış, dış dünyada vuku bulan bir olayın psikolojik bir ruh hâli ile eş zamanlı ve ortak bir anlam bağlamında örtüşmesi fenomenidir. İki olmazsa olmaz temel faktörden oluşur:

1-Bilinçsiz bir imge ya doğrudan ya da dolaysız bir şekilde bir rüya, fikir, fantezi veya önsezi şeklinde bilince gelmelidir.

2-Bu içerikle dış dünyada eş zamanlı oluşan nesnel bir durum örtüşmelidir.

Jung, eş zamanlı deneyimleri uzay ve zamanın göreliliği ve bir dereceye kadar bilinçdışı ile ilişkilendirdi; “Bu fenomenin çok çeşitli ve kafa karıştırıcı yönleri, şu anda görebildiğim kadarıyla, psişik olarak göreli bir uzay-zaman sürekliliği varsayımıyla tamamen açıklanabilir. Psişik bir içerik bilincin eşiğini geçer geçmez, eş zamanlı marjinal fenomenler ortadan kalkar, zaman ve uzay alışılmış egemenliğine geri döner ve bilinç bir kez daha öznelliği içinde yalıtılır… Bunun tersine, özne bilinçsiz bir duruma getirilerek eş zamanlı fenomenler uyandırılabilir.”

Eşzamanlılık Jung tarafından "nedensel olmayan bir bağlantı ilkesi", kişisel psişe ile maddi dünya arasındaki esasen gizemli bir bağlantı olarak tanımlandı ve temelde bunların yalnızca farklı enerji biçimleri oldukları gerçeğine dayandırdı. “Psişe ve maddenin bir ve aynı tözün iki farklı yönü olması sadece mümkün değil, hatta oldukça muhtemeldir. Eşzamanlılık fenomeni bana öyle geliyor ki, psişik olmayanın psişik gibi davranabileceğini ve aralarında herhangi bir nedensel bağlantı olmaksızın bunun tersini yapabileceğini gösterdiği için bana öyle geliyor.”

Bir örnek ile anlatacak olursak: C. G. Jung’un otobiyografisinde aktarılan, aşırı rasyonel, zengin ve aklına fazla güvenen entelektüel bir kadının bu dünyevi yapısı nedeniyle ruhsal tedavisi ilerlememektedir. Jung bu çetin cevizi kırmayı başaramamıştır. Uzun seanslardan sonra, sonunda kadın, Mısır mitolojisinde “yeniden doğuşun” önemli sembollerinden biri olan Scarab/Altın Bok Böceği’ni eline aldığı bir rüya görür. Daha sonra, Jung’un evindeki bir seansta o rüyayı Jung'a anlattığı esnada yanında oturdukları pencerede hafif bir tıkırtı duyulur. Jung pencereyi açtığında İsviçre'de altın bok böceğine denk olan bok böceği türü bir böceğin uçarak Jung’un avucuna konduğunu görürler. Jung elini kadın hastasına uzatarak "İşte senin bok böceğin" dedikten sonra kadının entelektüel aşırı maddeci savunması çökmüş ve iyileşme sürecine girmiştir. İşte bu kadının rüyası (iç tutum) ile bok böceğinin cama tıklaması (dış tutum) arasındaki “anlam” paralelliği, eş zamanlılığın çalışma alanıdır.

F

Felsefi Simya

Mistisizm, büyü, bilim ve dinin belli yönlerini birleştirerek sıradan insanı “tinsel insana” dönüştürmeyi amaçlayan ezoterik bir öğretidir. Bu dönüşümün Felsefe Taşı aracılığıyla gerçekleşeceğine inanılır. Bu, simyacıların değersiz madenleri altına dönüştürme gücüne inandıkları son maddedir ve elde edilmesi simyanın en büyük ütopyalarından biri olmuştur. Felsefe Taşı’na ulaşmak için yapılacak çalışmaya Magnum Opus (Büyük Yapıt) denir. Bu sürecin safhaları simyacıdan simyacıya değişir. Büyük üstatlar arasında en çok rağbet gören yedi ya da on iki safhalı olanların yanı sıra en bilinenlerinden biri 3+1 dört aşamalı olandır. Bu safhalar Nigredo (Kara Yapıt), Albedo (Beyaz Yapıt), Citrinitas (Sarı Yapıt) ve Rubedo (Kırmızı Yapıt)’tır. Kadim Yunan bu safhalara sırasıyla Melanosis, Leukosis, Xanthosis ve Iosis derdi. Simya hazır olmayanların gizlere nüfuz etmesini engellemek amacıyla metaforlarla yazılmış eserlere konu olmuştur. Bu metoda örnek olabilecek olan Basilius Valentinus’un 12 Anahtarı isimli, on iki kısa paragrafta (anahtarda) felsefe taşına erişmek için atılması gereken adımları alegorik olarak anlatan kitabın her bölümü sembolik kod adlar vasıtasıyla değişmesi gereken içerikleri gösterse de imgelemle asıl gerçek gizlenmek istendiğinden kitabı sadece en bilgili üstatların anlayıp yorumlaması mümkün olmaktadır. Kökleri kadim Mısır’ın Hermes Trismegistus’una uzanan felsefi ve spiritüel bir sistem olan Hermetizme dayanmaktadır. Antik Yunan’da bulunan simya, gnostik çevrelerde gelişmiş, daha sonra Araplara geçmiştir. Simya öğretisi ilk olarak Câbir İbn-Hayyam’ın yapıtlarında görülür. Başlangıcı 12. yüzyıla dayanan öğreti, Arapça metinlerin çevirileri aracılığıyla 14. yüzyıldan itibaren Avrupa’da yaygınlaşmaya başlamıştır. Pek çok Ortaçağ ve Yakın Çağ spiritüel akımını etkiledikten sonra tepe noktasına 15. yüzyılın son yarısında ulaşmış ve 17. yüzyılın başlarında unutulmaya yüz tutmuştur.

karga karanlık gece büyük sır üstadı kitapları_edited.jpg

Büyük Sır Üstadı roman serisi

"Kitabı bitirdim. Türkçede böyle eser yok. (Bu zaten açık.) Tekrar bu kez defter tutarak okumam gerekiyor. Bana çok şey kattı ve dünyaya bakışımı değiştirdi." İhsan Oktay Anar

bottom of page